"Chan-ah, Chan-ah, Chan-ah!"
Koşarak yanıma gelen Minho'yla gülmeden edememiştim. Bu çocuk hayatıma girdiğinden beri gülmek artık yanaklarımı acıtıyordu. Mutluluk kaynağı gibi bir şeydi. Sadece bir şeyler anlatması, konuşması bile çok tatlıydı ve beni gülümsetip duruyordu.
"Efendim Minho-ya!" dedim onu taklit ederek. Bunu komik bulmuş olacak ki kahkaha atmıştı. Birlikte bir adaya gelmiştik. Oldukça geniş ve çeşitli hayvanlar bulunduran yeşillikle dolu güzel bir yerdi. Birlikte burada eğlenme fikri ikimize de eğlenceli gelmişti.
Açıkçası defileye sadece 2 gün kaldığı için Minho fazlasıyla gergindi ve her şeyin tamam olduğunu söylemesine rağmen bir türlü rahat hissetmiyordu. Zorla onu ikna etmiş ve buraya getirmiştim. Rahatlamaya ihtiyacı vardı.
"Hadi gezelim!"
Önce ağaçlı bir yola girdiğimizde yanında getirdiği minik fotoğraf makinesiyle sürekli bir şeyler çekiyor ve çok eğleniyordu. Beni çekmek istediğinde de ona karşı çıkmamış ve poz vermiştim. Kahkahalarla o yolu tamamladığımızda ağaçların etrafına yapılmış banklara oturmuş ve dinlenmeye başlamıştık. Hafta içi olduğundan çok kalabalık değildi o yüzden rahatça eğlenebiliyorduk.
"Devam edelim. Adanın diğer tarafında ne var merak ediyorum! Hem belki hayvanlarla karşılaşırız." diyerek beni çekiştirdiğinde yine karşı çıkmamış ve onu takip etmeye başlamıştım.
Tüm gerginliğinden sıyrılmıştı ve sadece gülüp fotoğraf çekiyordu. Onu tekrardan böyle görmek beni de çok mutlu etmişti.
Minho'dan etkilendiğimin farkındaydım. Hayatımın en sıkıcı dönemlerinden birinde gerçek anlamda kucağıma düşüvermişti. O uyandığında bu kadar tatlı ve iyi bir insan olmasını beklemiyordum. Onunla tanışma gibi bir düşüncem bile yoktu, sadece dayanamamıştım. En büyük mucizelerimdendi belki de. Bana çok iyi geliyordu ve aklımdan çıkmıyordu. Yavaş yavaş şarkılarıma, bestelerime sızmaya başlamıştı ve bu beni korkutmuyor değildi. Yine de geri çekilmiyordum.
Kalbimi çarptırıyordu.
"Chaaaan!" Beni çağıran Minho'nun peşinden gittim yine. Bir tavus kuşu bulmuştu ve göstermek için çağırıyordu beni. Gerçekten güzel ve süslü tüyleri vardı. Şansımıza tamamen açılmıştı ve bir gösteri sergiliyordu. Tabii asıl dikkatimi çeken Minho muydu tavus kuşu muydu tartışılırdı.
Yarım saat kadar sonra adadaki büyük restorana geldiğimizde oldukça aç hissediyordum. Minho da öyle olmalıydı. Karnından gelen gurultuları duyuyordum ve utandığını da görebiliyordum ancak kesinlikle duymamış gibi davranıyordum.
Çeşitli yemekler arasından siparişimizi verirken çektiğimiz fotoğraflara bakmaya başlamıştık. Eve gidince telefonuna aktarıp hemen bana atacağına dair söz verdiğinde gülümsemiş ve teşekkür etmiştim. Onun yanında yapabildiğim tek şey buydu belki de, gülümsemek ve teşekkür etmek.
Yemeklerimizi yedikten ve tekrardan yürümeye başladığımızda yine konuşarak biraz daha tanıyorduk birbirimizi. Onun hakkında bir şeyler öğrenmek gerçekten hoşuma gidiyordu.
Mesela aslında küçükken doktor olmak istiyormuş. 7 yaşında bir resim kursuna başlamış ve hep insan bedeni ya da organları çiziyormuş. Bu tarz şeylere aşırı merakı varmış ama sonra lisedeyken modaya duyduğu ilgi doktorluğa olan ilgisini ezmiş. Tasarımlar yapmaya başlamış ve bir gün yeterince iyi olduğunu düşündüğünde ünlü moda şirketi JYP'ye katılmış. Aslında kabul edilmiş ancak önce üniversiteye geçmesi gerektiğini öğrenince daha çok çalışmaya başlamış ve şimdi de en prestijli üniversitelerden birinde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
strawberry | minchan, banginho
Teen Fiction"Bakar mısınız? Birazdan... Bayılacağım. Tutun beni olur mu?" "Ne?" - skz #1 (111122)