Bölüm 16: Sabahın Birinde

3 1 0
                                    

O bah­çe ga­yet bü­yük­tü; da­ha bir­kaç yıl ön­ce ku­sur­suz bir zevk­le dü­zel­til­miş, tarh­lar açıl­mış­tı. Ama ağaç­la­rı yüz yıl­lık­tan faz­la idi. Köy­le­ri, kır­la­rı an­dı­ran bir hâ­li var­dı.

MAS­SIN­GER

İlk mek­tu­buy­la ver­di­ği emir­den dön­mek için Fo­uqu­e'ye bir mek­tup da­ha yaz­mak üze­re iken sa­at on bi­ri çal­dı. Ju­li­en ar­tık oda­sı­na ka­pa­nı­yor­muş gi­bi ka­pı­sı­nı gü­rül­tü ile ka­pa­yıp ki­lit­le­di. Bü­tün ev­de, he­le kü­çük­le­rin yat­tı­ğı dör­dün­cü kat­ta ne­ler ol­du­ğu­nu ko­la­çan et­me­ğe çık­tı. Her za­man­kin­den fark­lı bir şey yok­tu. Ma­da­me de La Mo­le'un hiz­met­çi­le­rin­den bi­ri eğ­len­ti dü­zen­le­miş­ti, uşak­lar da ne­şe­li ne­şe­li punç içi­yor­lar­dı.Böy­le gü­len­ler, de­di, bu ge­ce­ki iş­te ol­ma­sa­lar ge­rek, yok­sa da­ha cid­dî olur­lar­dı. So­nun­da çı­kıp bah­çe­nin ka­ran­lık bir kö­şe­si­ne bü­zül­dü. Ni­yet­le­ri ko­na­ğın uşak­la­rın­dan sak­lan­mak ise, be­ni ya­ka­la­ta­cak­la­rı adam­la­rı bah­çe­nin du­va­rı üze­rin­den at­la­ta­rak içe­ri alır­lar.

M. de Cro­ise­no­is bu iş­te so­ğuk­kan­lı­lı­ğı­nı büs­bü­tün kay­bet­me­diy­se, ya­rın ka­rı­sı ola­cak kı­zın şe­re­fi­ni, na­mu­su­nu ko­ru­mak is­ter de be­ni, onun oda­sı­na gir­me­den ya­ka­lat­ma­yı da­ha uy­gun bu­lur. Çev­re­yi as­ker­ce keş­fe çı­kıp her şe­yi iyi­ce göz­den ge­çir­di. Bu iş be­nim bah­ti­yar­lı­ğım işi. Dik­kat­siz­lik edip de bir ha­ta­ya dü­şer­sem son­ra­dan bu­nu akıl et­me­dim­di de­mek bir özür sa­yıl­maz. Ha­va ina­dı­na açık, sa­kin­di. Sa­at on bi­re doğ­ru ay doğ­du; sa­at ya­rım­da, ko­na­ğın bah­çe ta­ra­fın­da­ki cep­he­si baş­tan ba­şa ay­dın­lık­tı.

Ju­li­en: Bu kız çıl­dır­mış! di­yor­du; sa­at bi­ri vu­rur­ken Co­in­te Nor­bert'in oda­sın­da hâ­lâ ışık­lar ya­nı­yor­du. Ju­li­en ha­ya­tın­da bu ka­dar kork­ma­mış­tı; gi­riş­ti­ği işin yal­nız teh­li­ke­li yön­le­ri­ni gö­rü­yor, hiç­bir coş­kun­luk duy­mu­yor­du.

Gi­dip o ko­ca mer­di­ve­ni yük­len­di, bel­ki kız vaz­geç­ti­ği­ni işa­ret eder di­ye beş da­ki­ka da­ha bek­le­di, sa­at bi­ri beş ge­çe mer­di­ve­ni Mat­hil­de'in pen­ce­re­si­ne da­ya­dı. Elin­de ta­ban­ca­sı, ya­vaş ya­vaş çık­tı; he­nüz bir hü­cu­ma uğ­ra­ma­dı­ğı­na hay­ret edi­yor­du. Ju­li­en pen­ce­re­ye va­rır­ken pen­ce­re de gü­rül­tü­süz­ce açıl­dı.

Mat­hil­de hay­li he­ye­can­lıy­dı:

– Çok şü­kür gel­di­niz, mon­sie­ur. Bir sa­at­tir ha­re­ket­le­ri­ni­zi gö­zet­li­yo­rum.

Ju­li­en şaş­kın bir hal­de idi, ne yap­mak lazım gel­di­ği­ni pek bi­le­mi­yor­du, için­de hiç de bir aşk duy­du­ğu yok­tu. Bu te­lâ­şı sı­ra­sın­da cü­ret gös­ter­mek lazım ge­rek­ti­ği­ni san­dı, Mat­hil­de'i ku­cak­la­ma­ya kalk­tı. Kız onu ite­rek:

– Ne ayıp şey!

Böy­le itil­mek­ten mem­nun olan Ju­li­en he­men çev­re­si­ne bir göz gez­dir­di. Ay ışı­ğı o ka­dar par­lak­tı ki Ma­de­mo­isel­le de La Mo­le'un oda­sın­da oluş­tur­du­ğu göl­ge­ler kap­ka­ra gö­zü­kü­yor­du. Ju­li­en için­den: Ora­lar­da be­nim gö­re­me­di­ğim, giz­len­miş bir­ta­kım adam­lar ol­ma­dı­ğı ne­den bel­li?

Mat­hil­de sor­du:

– Ce­ke­ti­ni­zin ce­bin­de ne var?

Böy­le söz ala­bil­di­ği­ne pek se­vin­miş­ti. Ga­rip bir ıs­tı­rap için­de idi; ki­bar ai­le­ler kız­la­rın­da ta­bii ola­rak bu­lu­nan bü­tün ih­ti­yat, çe­kin­gen­lik his­le­ri ge­ne ayak­lan­mış, ona iş­ken­ce edi­yor­lar­dı.

Kırmızı ve SiyahHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin