Yeryüzünde yapayalnızım; kimse tenezzül edip beni düşünmüyor. Para kazandığını gördüğüm herkeste bir utanmazlık, bir acımasızlık var ki ben kendimde duymuyorum. Ben, çabucak merhamete geldiğim için bana kin bağladılar. Ah! Çok geçmez, ben ölürüm; ya açlıktan, ya da insanları katı yürekli görüp üzülmekten!
YOUNG
Young hemen üstünü süpürüp aşağı indi, geç kalmıştı. Gözeticilerden biri onu azarladı; Julien, bir mazeret araştırmağa kalkmadı, hemen kollarını göğsüne kavuşturup süklüm püklüm:
– Peccavi, pater optime (suçum var, itiraf ederim, aziz babam) dedi.
İlk günün böyle başlamış olması pek hoşa gitti. Okul hayatında ustalaşmış olanlar karşılarındakinin, işin acemisi olmadığını anladılar. Teneffüs saati gelince Julien herkesin merakla kendisine baktığını gördü. Ama ortaya atılmadı, sesini de çıkaramadı. Öteden beri kabul ettiği hayat kurallarına uyup üç yüz yirmi bir arkadaşını kendine üç yüz yirmi bir düşman saydı; gözünde bunların en tehlikelisi de Abbe Pirard idi.
Birkaç gün sonra Julien'in kendine bir confesseur seçmesi lazım geldi.
İçinden; "Bunlar da beni ne sanıyor? Beni sözden anlamaz yerine mi koyuyorlar?" dedi ve Abbe Pirard'a günah çıkartacağını söyledi. Farkında değildi ama bu davranışıyla bir yöne bağlanmış oluyordu. Verrieres'den gelmiş genç bir papaz okulu öğrencisi daha ilk günden Julien'le dost olmak istemişti. Bu işte Jülien'e: "Okulun ikinci müdürü M. Castanede'i seçmiş olsaydın belki daha ihtiyatlı hareket etmiş olurdun" dedikten sonra kulağına eğilip:
– M. Pirard'ın jansenist olduğu söylenir, Abbe Castanede onun düşmanıdır.
Kendisini pek ihtiyatlı sanan Julien'in ilk günlerde bütün yaptıkları böyle birer gaflet eseri oldu. Hayal kurmağa alışık adamlarda görülen kendini beğenmekle yolunu şaşırmış, aklından her geçirdiğine olmuş bitmiş gibi bakıyor, kendini kaşarlanmış bir ikiyüzlü sanıyordu. Öyle delilikler ediyordu ki, zayıflar işi hünerde pek ileri gittiği kuruntusuna kapılıp kendi kendine çıkışıyordu.
– Ne yapalım, benim biricik silâhım bu! diyordu, başka bir çağda dünyaya gelseydim düşman karşısında açıkça hareketlerimle ekmeğimi kazanırdım.
Gidişinden memnun olan Julien sağına soluna bakıyor ve herkeste en saf erdem gösterişi ile karşılaşıyordu. Ruhban okulu öğrencisinden sekiz onu, arkadaşları arasında âdeta aziz sayılıyor, Sainte Therese gibi, Apenini dağlarının Verna tepesinde vücudu yara bere içinde kalan Saint François gibi, onlar da birtakım gözükmelere erişiyordu. Ama bu bir sırdı, dostları bu hali gizliyorlardı. O halüsinasyon gören zavallı delikanlılar hemen her gün okulun hastanesinde idiler. Yüz kadarı da sağlam bir imanla yorulmak bilmez bir çalışmayı birleştirmişti. Hasta düşünceye değin çalışıyorlar, yine de pek bir şeyler belleyemiyorlardı. İki üçü de gerçekten yetenekli gençlerdi. Bunlar arasında Chazel adında biri vardı ki, parmakla gösterilmeğe layıktı; fakat Julien onlara, onlar da Julien'e karşı bir soğukluk duyuyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırmızı ve Siyah
Fiction généraleStendhal'in yaşanmış bir ya da iki olayı birleştirerek kaleme aldığı bu romanın baş kahramanı Julien Sorel'in yazar ile birçok yönden örtüştüğü söylenir. Orta sınıftan bir genç olan Julien, papaz okuluna devam ederken çocuklarına ders verdiği beledi...