Bölüm 37: Kale Burcu

3 1 0
                                    

Bir dos­tun me­za­rı

STER­NE

Ko­ri­dor­dan bü­yük bir gü­rül­tü işit­ti; o sa­at­te, kim­se onun oda­sı­na gel­mez­di; kar­tal ba­ğı­ra­rak kaç­tı, ka­pı açıl­dı, yaş­lı cu­re Che­lan, elin­de so­pa­sı, tit­re­ye tit­re­ye Ju­li­en'in kol­la­rı­na atıl­dı.

– Ah! Ulu Tan­rı'm! Na­sıl olur, yav­rum... Ha­yır, sa­na yav­rum de­ğil, ca­na­var de­me­li­yim.

Za­val­lı yaş­lı adam baş­ka hiç bir şey söy­le­ye­me­di. Ju­li­en onun düş­me­sin­den kor­ku­yor­du. Ko­lun­dan tut­tu, gö­tü­rüp bir is­kem­le­ye oturt­tu. Bir za­man­lar güç­lü kuv­vet­li bir adam olan Ab­be Che­lan'ın fe­lek be­li­ni bük­müş­tü. Ju­li­en ona bir bak­tı, gör­dü­ğü es­ki M. Che­lan'ın an­cak bir göl­ge­si idi.

Pa­paz so­luk­lan­dık­tan son­ra:

– Stras­bo­urg'dan yaz­dı­ğı­nız mek­tup ile Ver­rie­res yok­sul­la­rı­na gön­der­di­ği­niz mek­tup da­ha iki gün ön­ce eli­me geç­ti. Li­ve­ru da­ğın­da, ye­ğe­nim Je­an'ın evin­de otu­ru­yo­rum, ora­ya ge­tir­miş­ler. Fe­lâ­ke­ti dün ha­ber al­dım...Aman Tan­rı'm! Bu iş na­sıl ol­du?

Yaş­lı adam ar­tık ağ­la­mı­yor­du; san­ki ar­tık ka­fa­sı dur­muş­tu; san­ki me­ka­nik bir su­ret­te:

– O beş yüz fran­gın si­ze lü­zu­mu olur, de­di, ge­tir­dim.

Ju­li­en:

– Be­nim si­zi gör­mek­ten baş­ka bir şe­ye ih­ti­ya­cım yok, mon pe­re, de­di. Faz­la­sıy­la pa­ram var.

Fa­kat onun ağ­zın­dan an­la­şı­lır bir ce­vap ala­ma­dı. M. Che­lan ara sı­ra ağ­lı­yor, ya­nak­la­rın­dan yaş­lar ses­siz ses­siz aşa­ğı akı­yor­du; son­ra gö­zü­nü kal­dı­rıp Ju­li­en'e ba­kı­yor, el­le­ri­ni onun öp­tü­ğü­nü gö­rün­ce ser­sem­le­şir gi­bi olu­yor­du. Bir za­man­lar pek can­lı olan, en soy­lu duy­gu­la­rı kuv­vet­le di­le ge­ti­ren o yüz şim­di büs­bü­tün dur­gun, göz­ler ise fer­siz­di. Bi­raz son­ra bir köy­lü ge­lip yaş­lı ada­mı gö­tü­re­ce­ği­ni söy­le­di. Ju­li­en:

– Onu yor­mak doğ­ru ol­maz, de­di.

Ju­li­en o ada­mın, M. Che­lan'ın ye­ğe­ni ol­du­ğu­nu an­la­dı. İh­ti­ya­rı gör­mek onu ga­yet acı, göz yaş­la­rı­na bi­le mü­saa­de et­me­ye­cek de­re­ce­de acı bir üzün­tü­ye sü­rük­le­miş­ti. Her şe­yi, te­sel­li bul­maz bir su­ret­te hü­zün­lü gö­rü­yor­du; san­ki göğ­sün­de­ki kalp de­ğil, bir buz par­ça­sıy­dı. Kur­şu­nu at­tık­tan son­ra en çok ıs­tı­rap­lı an, iş­te o an ol­du. Ölü­mü, hem de bü­tün çir­kin­li­ği ile gör­müş­tü. Bü­tün ruh yü­ce­li­ği gös­te­re­bil­mek umut­la­rı, fır­tı­na­nın sür­dü­ğü bir bu­lut gi­bi da­ğıl­mış­tı.

Bu ıs­tı­rap­lı du­rum sa­at­ler­ce sür­dü, in­sa­nın ru­hu ze­hir­len­di mi, an­cak mad­di ilaç­lar, bir de Cham­pag­ne şa­ra­bı ile ge­çer. Ju­li­en bu gi­bi de­va­la­ra baş­vur­ma­yı ken­di­si için bir al­çak­lık sa­yar­dı. Dar ku­le hüc­re­sin­de bir aşa­ğı, bir yu­ka­rı do­laş­mak­la ge­çir­di­ği o ber­bat gü­nün ak­şa­mı: Ben de ama de­li­yim! de­di. Ben herhangi bir kim­se gi­bi öle­cek ol­sam, o ih­ti­ya­rı gör­mek­le bu ka­dar bü­yük bir hü­zün duy­ma­mın bir ma­na­sı olur­du; ama genç ya­şım­da, ani bir şe­kil­de öl­mek be­ni o de­re­ce ih­ti­yar­lı­ğa düş­mek­ten ko­ru­ya­cak.

Kırmızı ve SiyahHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin