Ey gönül kamaşması! Sende aşkın bütün kuvveti, üzüntüyü duymak kudreti var. Onlar var da aşkın içe ferah veren zevkleri, tatlı hazlarını vermek elinden gelmiyor. Onun uyumasını seyrediyor, seyrediyor da: "Meleklerinkine benzer güzelliği, tatlı zaaflarıyla hep benimdir! Tanrı'm lütfedip de onu, bir erkek kalbini açsın diye yaratmış; işte o bu haliyle benim emrimde" diyemiyorum.
SCHILLER
Strasburg'da sekiz gün kalmaya mecbur olan Julien askerce şan, zafer, özünü vatana kurban etmek düşünceleriyle gönül avuttu. şık mıydı? Bunu bilmiyordu, ancak burkulan gönlünde Mathilde'in saltanat sürdüğünü, bahtiyarlığının ancak onun elinde olduğunu seziyor, hayalinde hep onu buluyordu. Umutsuzluğa düşmemesini yaratılışındaki büyük kuvvete borçlu idi. Mademoiselle de La Mole ile bir ilişiği bulunmayan herhangi bir şeyi düşünmek, ona kafa yormak bir türlü elinden gelmiyordu. Vaktiyle yükselmek hevesi, el âlem içinde koltuklarını kabartan ufak tefek başarılar, kalbinde Madame de Renal'in uyandırdığı hisleri avutabiliyordu. Mathilde ise ona her şeyi unutturmuştu; şimdi Julien, gelecek günlerini hayal ederken bile yine hep onunla, Mathilde ile karşılaşıyordu.
Julien, gelecek günlerinde de, her ne iş tutarsa tutsun, başarabilmek umudu kalmamıştı. Verrieres'de iken mağrur, kibirli diye tanıdığımız bu delikanlı, son dereceye varmış gülünç bir alçakgönüllülüğe kapılmıştı.
Daha üç gün önce Abbe Castanede'i keyifle öldürebilirdi; Strasburg'da ise bir çocuk gelip onunla kavga çıkarmak istese, hakkın var diye ona boyun eğecek bir halde idi. Hayatında karşılaştığı hasımları, düşmanları hatırladıkça her işte, her vakit kendisini haksız çıkarıyordu. Eskiden ileriyi daima parlak başarılarla bezenmiş gösteren o kudretli hayali, şimdi aman bilmez bir düşmanı olmuştu.
Yolculuk hayatının yalnızlığı, hayalin her şeyi karartmak gücünü bir kat daha artırıyordu. Bir dost bulsa, bir hazine bulmuş gibi olacaktı. Ama, diyordu, yeryüzünde benim için çarpan bir kalp var mıdır ki? Bir dostum olsa bile şerefim bana, ölünceye dek kimseye açılmamayı emretmiyor mu?
At binmiş, dertli dertli Kehl civarında dolaşıyordu; Kehl, Rhin Irmağı boyunda, Desaix ile Gouvion SaintCyr sayesinde adı tarihe geçmiş küçük bir kasabadır. Bir Alman köylüsü ona Rhin ırmağının, o büyük generallerin yiğitliği sayesinde nam almış adacıklarını, çaylarını, yollarını gösteriyordu. Julien atın dizginini sol eline almış sağ eliyle de Mareşal SaintCyr'in Hâtıralar'ındaki o güzel haritayı açmış, bakıyordu. Birdenbire etrafı çınlatan bir kahkaha duyup başını kaldırdı.
Bu, birkaç ay önce Londra'da tanıştığı, kendisine böbürlenmenin başlıca kurallarını öğretmiş olan Prens Korasoff idi. O büyük hünerin âdabından şaşmayan Korasoff, Strasburg'a daha bir saat önce varmış, 1796 muhasarası üzerine de bir satır yazı bile okumamış olduğu halde, Julien'e her şeyi anlatmaya başladı. Korasoff'un düştüğü koca koca hataları fark edecek kadar Fransızca bilen Alman köylüsü, şaşmış bakıyordu. Julien'in düşünceleri, köylününkilerden çok başka idi; onun bakışlarında da hayret vardı ama bu, delikanlının ata binmekteki zarafetine hayranlıktan geliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırmızı ve Siyah
Fiksi UmumStendhal'in yaşanmış bir ya da iki olayı birleştirerek kaleme aldığı bu romanın baş kahramanı Julien Sorel'in yazar ile birçok yönden örtüştüğü söylenir. Orta sınıftan bir genç olan Julien, papaz okuluna devam ederken çocuklarına ders verdiği beledi...