Tanrım! Bana da biraz bayağılık ver!
MIRABEAU
Gönlü düşüncelere dalmış, Mathilde'in gösterdiği ateşli şefkate ancak yarı karşılık verebiliyordu. Sessiz, gamlı bir hali vardı. Asıl bu hali ile kızın gözüne büyük, tapınırcasına sevilmeye layık görünüyordu. Mathilde Julien'in, gururun bilinmedik bir cilvesine kapılıp durumu altüst etmesinden korkuyordu.
Aşağı yukarı her sabah, Abbe Pirard'ın konağa geldiğini görüyordu. Julien, Marquis'nin ne gibi niyetler beslediğini, Abbe Pirard'ın sözlerinden sezmiş olamaz mı? Hem kim bilir, belki de Marquis, aklına esmiş, ona mektup yazmıştır. Böyle büyük bir bahtiyarlıktan sonra Julien'in hâlâ somurtmasına ne mâna verilebilirdi ki? Mathilde bunu kendisinden sormaya cesaret edemedi. Cesaret edemedi! Evet, Mathilde cesaret edemedi! Çünkü, o andan itibaren Julien'e karşı beslediği hisse, anlaşılmaz, beklenilmedik, yılgınlığa benzer bir şey karıştı. Paris'in hayran olduğu o aşırı medeniyeti içinde büyümüş bir kimse ihtirasa, çılgınca aşka ne kadar kapılabilirse Mathilde'in o kuru ruhu da ancak o kadar kapılmıştı.
Ertesi sabah erkenden Julien, Abbe Pirard'ın evine gitmişti. En yakın konak yerinden kiralanmış kırık dökük bir yol arabasını sürükleyen bir çift beygir de avluya girdi. Abbe Pirard homurdanrak:
– Artık size böyle araba yaraşmaz, dedi. M. de La Mole size yirmi bin frank hediye ediyor; bu parayı bir yıl içinde harcamanızı istiyor ama kendinizi elden geldiğince az gülünç etmeye çalışmanızı da tembihledi. (Bir delikanlıya bu kadar büyük para verilmesi, papazın gözünde, onu günaha sürüklemekten başka bir işe yaramazdı.)
Marquis diyor ki: M. Julien de La Vernaye bu parayı babasından aldığını söyleyecek, babasının kim olduğunu anlatmasına ihtiyaç yok. M. de La Vernaye, kendisine çocukluğunda bakmış olan Verrieresli keresteci M. Sorel'e bir hediye göndermeyi de belki uygun bulur... Bunlar Marquisnin sözü; M. Sorel'e hediye göndermek işini ben üzerime alırım. M. de La Mole'u, o iliklerine kadar jesuit Abbe de Frilair'le anlaşmaya da sonunda razı edebildim. Onun arkası bizimkinden kuvvetli çıktı. Uzlaşmamızın sözle söylenilmedik şartlarından biri de, Besançon'u elinde çeviren o adamın sizi büyük bir aile evladı diye kabul edip tanıtması olacak.
Julien heyecanını dizginleyemedi, Abbe'nin boynuna atıldı, asil bir babanın oğlu diye tanınması işine artık olmuş bitmiş gözüyle bakıyordu.
Abbe Pirard onu iterek:
– Ne çirkin şey! Bu züppe işi bencillik de ne oluyor?... Gelelim Sorel ile oğullarına; ben onlara, kendi namıma, beş yüz frank yıllık bağlarım, memnun kaldığım sürece de bu parayı her birine veririm.
Julien ağırbaşlı, azametli tavrını takınmıştı. Gayet kapalı, kendini hiçbir şeye bağlamayacak sözlerle teşekkür etti. İçinden: Yoksa, diyordu, ben sahiden bir asilzadenin, o müthiş Napolyon'un bizim dağlara sürdüğü bir soylunun nikâhsız bir kadından doğmuş oğlu muyum?..." Geçen her an bu düşünce ona daha akla yakın geliyordu. "Babama karşı duyduğum kin de bunu ispat etmez mi?.. Babasından nefret etmek, canavar yaratılışlı kişilerin işidir; babam, gerçek babam değilse ben öyle bir canavar olmaktan kurtuldum demektir!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırmızı ve Siyah
Fiksi UmumStendhal'in yaşanmış bir ya da iki olayı birleştirerek kaleme aldığı bu romanın baş kahramanı Julien Sorel'in yazar ile birçok yönden örtüştüğü söylenir. Orta sınıftan bir genç olan Julien, papaz okuluna devam ederken çocuklarına ders verdiği beledi...