Önce kalbi felâketinin ne kadar aşkın olduğunu kavramıyor; üzüntüden çok şaşkınlık içinde. Lâkin aklını toparladıkça, uğradığı bahtsızlığın derinliğini de seziyor. Artık onun için hayatta hiçbir zevk, neşe kalmadı, içini parçalayan umutsuzluğun bıçak gibi batmasından başka bir şey hissedemiyor. Vücut acısı sözü etmek de neye iyi? Yalnız vücudun duyduğu hangi acı vardır ki o acıya benzesin?
JEANPAUL
O sırada akşam yemeği zili çalıyordu, Julien güç bela kalkıp giyindi. Salona girince Mathilde'in orada, kardeşiyle M. de Croisenois'ya, o akşam Mareşal de Fervaques'ın konağındaki davete gitmemeleri için yalvarırcasına ısrar ettiğini gördü.
Mathilde gayet şirin, iltifatlar eden bir tavırla konuşuyordu. Yemekten sonra, birkaç dostu ile beraber M. de Luz, M. de Caylus de geldi. Sanki Mademoiselle de La Mole'de kardeşçe dostluk hissi ile beraber herkese tam yerine, soyuna sopuna göre davranmak hissi de yine uyanmıştı; o iki hisse gene taparcasına bağlanmıştı. Hava çok güzel olduğu halde o akşam, bahçeye çıkmamakta ısrar etti; Madame de La Mole'ün oturduğu koltuktan uzaklaşmasını istiyordu. Arkadaşları, kışın olduğu gibi, mavi kanepenin çevresinde toplandılar.
Mathilde'nin bahçeye karşı âdeta bir öfkesi vardı, orayı tamamıyla sıkıntılı bir yer sayıyordu: bahçede Julien'i hatırlatan çok şeyler vardı da ondan.
Felâket insanın aklını da alır. Bizim delikanlı da toyluk edip hasır sandalyenin başında, bir zamanlar pek parlak başarılarına tanık olan o sandalyenin başında dikildi kaldı. O akşam ona dönüp bir söz söyleyen olmadı; sanki orada olduğunun farkına varan yoktu. Hatta daha kötü bir muamele ile karşılaştı. Mademoiselle de La Mole'ün dostlarından onun yanına, kanepenin ucuna düşenler ona arkalarını döner gibi bir tavır takınmışlardı; belki öyle bir düşünceleri yoktu ama herhalde Julien'e öyle geldi.
İçinden: Sarayda gözden düşmek bu olsa gerek! Kendisini hafifsemeleriyle ezmeye kalkışan o adamları bir an tetkik etmek istedi. M. de Luz'ün amcası, kralın yanında büyük bir hizmetteydi; bunun için o yakışıklı subay, meclise yeni bir kimse geldi mi, ne yapar yapar, amcasının saat yedide SaintCloud sarayına gittiğini, geceyi de orada geçirmek niyeti olduğunu söz arasına karıştırırdı. Aklınca ilgiye pek değer bulduğu bu işi gerçi şöyle babacan bir tavırla anlatırdı ama bir kere bile bunu açmaya bir fırsat hazırlamadığı olmazdı.
Julien, M. de Croisenois'yı felâketin verdiği insafsızca gözden geçirince görüp anladı: O nazik, bön delikanlı, gizli, görünmez sebepleri gözünde pek büyütürdü.. O kadar ki M. de Croisenois, biraz önemli bir hâdisenin basit, pek de tabii bir sebepten doğduğu söylenince, keder eder, âdeta kızardı. Julien içinden: Delilik böyle başlar, dedi. Prince Korasof'un bana anlattığına göre Çar Aleksandr da böyle imiş; M. de Croisenois huy bakımından onu pek andırıyor. Paris'te geçirdiği ilk yıl, ruhban okulundan daha yeni çıkan Julien, ilk defa olarak o delikanlılarda gördüğü zarafet, nezaketle gözleri kamaşmış, onlara hayran olmuştu. Onların asıl yaratılışlarını daha yeni yeni fark etmeye başlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırmızı ve Siyah
Ficción GeneralStendhal'in yaşanmış bir ya da iki olayı birleştirerek kaleme aldığı bu romanın baş kahramanı Julien Sorel'in yazar ile birçok yönden örtüştüğü söylenir. Orta sınıftan bir genç olan Julien, papaz okuluna devam ederken çocuklarına ders verdiği beledi...