Bölüm 6: Nasıl Söylemeli

5 1 0
                                    

On­la­rın bü­yük gö­rev­le­ri, mil­let­le­rin gün­de­lik ha­ya­tın­da­ki kü­çük olay­lar hak­kın­da sü­kun­la fi­kir yü­rüt­mek­tir. On­lar akıl­lı­lık edip kü­çük dâ­va­la­rın, ağız­dan ağ­za şe­kil de­ğiş­ti­re­rek ya­yı­lan olay­la­rın bü­yük öf­ke­le­re se­bep ol­ma­sı­nı ön­le­ye­cek­ler­dir.

GRAT­lUS

Ju­li­en, gur­bet el­de bil­me­di­ği­ni so­rup so­ruş­tur­ma­ğı, akıl da­nış­ma­yı bir tür­lü ken­di­ne ye­di­re­mi­yor­du; doğ­ru­su yi­ne de pek bü­yük ay­kı­rı­lık­lar et­me­di. Bir gün bir­den­bi­re bir sa­ğa­na­ğa tu­tul­du­ğu için Sa­inl­Ho­no­re so­ka­ğın­da bir kah­ve­ye gi­ri­ver­miş­ti. İn­ce kürk re­din­got­lu, uzun boy­lu bir adam, onun öf­ke­li gi­bi bak­ma­sı­na şaş­tı, o da Ju­li­en'e vak­tiy­le Be­san­çon'da Ma­de­mo­isel­le Aman­da'nın dos­tu na­sıl hak­lıy­sa tıp­kı onun gi­bi bak­tı.

İlk ha­ka­re­ti ce­vap­sız bı­rak­tı­ğı­na Ju­li­en za­ten içer­li­yor­du, bu ba­kı­şa da kat­la­na­maz­dı. Der­hal gi­dip o ada­ma ne de­mek is­te­di­ği­ni sor­du. Re­din­got­lu adam he­men en pi­sin­den bir alay kü­für yağ­dır­dı. Kah­ve­de­ki­le­rin hep­si baş­la­rı­na üşüş­tü­ler; ka­pı­dan ge­çen­ler de du­rup ba­kı­yor­lar­dı. Ju­li­en, bü­tün dı­şar­lık­lı­lar gi­bi, ne olur ne ol­maz di­ye ce­bin­de ta­ban­ca ta­şır­dı; eli­ni ta­ban­ca­sı­na gö­tü­rüp si­nir­li si­nir­li sık­tı. Ama akıl­lı­lık edip çı­ka­ra­yım de­me­di; kar­şı­sın­da­ki­ne iki­de bir: Mon­sie­ur, ad­re­si­ni­zi ve­rin, si­zi adam ye­ri­ne bi­le ko­mam de­mek­le ye­tin­di

Bu se­kiz ke­li­me­lik cüm­le­ye inat­la ıs­rar­la sap­la­nıp kal­ma­sı en so­nun­da ka­la­ba­lı­ğın da dik­ka­ti­ni çek­mek­ten ge­ri kal­ma­dı. Öbü­rü de bir ba­şı­na söy­le­nip du­ra­ca­ğı­na ad­re­si­ni ver­sin. Re­din­got­lu adam, hal­kın bu sö­zü tek­rar­la­dı­ğı­nı du­yun­ca Ju­li­en'in yü­zü­ne beş al­tı kart fır­lat­tı. Çok şü­kür, hiç­bi­ri Ju­li­en'in yü­zü­ne gel­me­miş­ti; ta­ban­ca­sı­nı an­cak ken­di­si­ne do­ku­nu­la­cak olur­sa çı­ka­ra­ca­ğı­na ah­det­miş­ti. He­rif def olup git­ti; fa­kat ge­ne dö­nüp dö­nüp Ju­li­en'e yum­ruk sal­lı­yor, kü­für­ler sa­vu­ru­yor­du.

Ju­li­en kan ter için­de kal­mış­tı. Çok kız­mış, için­den: De­mek ki en ba­ya­ğı bir adam da be­ni böy­le çi­le­den çı­ka­ra­bi­le­cek ha! Bu den­li­duy­gu­lu ol­mak­tan na­sıl kur­tu­la­ca­ğım? de­mek­ten ken­di­ni ala­mı­yor­du.

Ona kal­say­dı, he­men dü­el­lo ede­cek­ti. Fa­kat onu alı­ko­yan bir zor­luk var­dı. Bu ko­ca Pa­ris şeh­rin­de ken­di­ne ta­nık bu­la­bi­lir miy­di? Bir dos­tu bi­le yok­tu. Bir­kaç ki­şi ile ta­nış­mış­tı; lâ­kin bun­la­rın hep­si de, taş pat­la­sa al­tı haf­ta sü­ren bir ah­bap­lık­tan son­ra, on­dan uzak­la­şı­yor­lar­dı. Ben ge­çim­si­zim, iş­te şim­di de ge­çim­siz­li­ği­min be­lâ­sı­nı çe­ki­yo­rum di­ye söy­len­mek­ten ken­di­ni ala­ma­dı. So­nun­da ak­lı­na, ken­di­si­ne ara sı­ra es­krim der­si ve­ren dok­san al­tın­cı alay teğ­men­li­ğin­den emek­li edil­miş Lie­ven'i ara­mak gel­di. Bu Lie­ven yok­sul bir adam­dı. Ju­li­en işi ona açık­ça an­lat­tı.

Lie­ven:

– Pe­ki, si­ze şa­hit­lik ede­rim ama bir şar­tım var: Ra­ki­bi­ni­zi ya­ra­la­maz­sa­nız si­zi bı­rak­mam, he­men ora­da be­nim­le de dü­el­lo eder­si­niz.

Ju­li­en mem­nu­ni­yet­le:

– Ra­zı­yım.

He­men kal­kıp Fa­ubo­urg Sa­int Ger­ma­in'e, M. C. de Be­au­voi­si'nin kart­la­rın­da ya­zı­lı olan ad­re­se git­ti­ler. Sa­at sa­ba­hın ye­di­siy­di. O ada­mın, vak­tiy­le Ro­ma ve­ya Na­po­li el­çi­li­ği kâ­tip­li­ğin­de bu­lun­muş, Zin­ga­rel­li'ye tav­si­ye mek­tu­bu ver­miş, Ma­da­me de Re­nal'in genç ak­ra­ba­sın­dan M. de Be­au­voi­sis ola­bi­le­ce­ği Ju­li­en'in ak­lı­na an­cak ka­pı­yı ça­lar­ken gel­miş­ti. Ju­li­en, uzun boy­lu bir uşa­ğa, bir gün ön­ce yü­zü­ne atı­lan kart­lar­dan baş­ka bir de ken­di kar­tı­nı ver­di.

Kırmızı ve SiyahHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin