Bir insanın on sekiz yaşında, koruyacak kimsesi olmadan, tek başına girdiği ilk salon, ne gülünç, ne dokunaklı bir hâtıradır! Bir kadının bakıvermesi, beni korkutmaya yeterdi. Hoşa gitmeye çalıştıkça daha da acemileşiyordum. Her şey hakkında yalan yanlış fikirler edinmiştim. Hiçbir sebep yokken gönlümü açıverir veya bana sert sert baktı diye bir adamı kendime düşman sanırdım. Ama ürkekliğimin, çekingenliğimin yarattığı bu dayanılmaz üzüntüler arasında bir güzel gün, ne güzel bir şeydi!
KANT
Julien, avlunun ortasında, ağzı açık öylece kalakalmıştı; Abbe Pirard:
– Aklınızı başınıza toplayın. Bir bakıyorsun, aklınıza korkunç korkunç fikirler geliyor, bir bakıyorsun, çocuklaşıveriyorsunuz. Horatius'un nil mirari'si nerde kaldı! (Coşkunluk istemez). Bir düşünün, bütün bu uşak milleti, buraya yerleştiğinizi görünce, sizi alaya almaya kalkacak; size, haksız yere kendilerinden üstün tutulmuş diye bakacaklar. Babacanlığa vurup size öğütler vermek, yol yordam öğretmek istediklerini sandıracak, sizi kabaca bir münasebetsizliğe düşürmeye uğraşacaklar.
Her şeyden kuşkulanma hissi yine uyanıveren Julien, dudağını ısırarak konuştu:
– Öyle bir şeye hele bir kalkışsınlar da göreyim onları!
Bu bayların, Marquis'in yazı odasına varıncaya kadar birinci katta, birinden birine geçtikleri salonları bir görseydiniz, ey benim okuyucum! Pek tantanalı, tantanalı olduğu ölçüde de hüzünlü bulurdunuz. Onları size olduğu gibi bağışlasınlar, belki girip oturmak istemezsiniz. O salonlar esneme ile kasvetli düşünceler diyarıdır. Julien'in hayranlığını, bu salonlar bir kat daha artırdı, insan bu denli ihtişam içinde hiç mutlu olmaz mı? diye düşünüyordu.
Sonunda Abbe Pirard'la Julien, bu görkemli konağın en çirkin odasına vardılar: Aydınlık dersen, eh işte göz gözü görecek kadardı! İçeride parlak gözlü, sarı perukalı, zayıf bir adam oturuyordu. Abbe, Juline'a dönüp takdim etti. Bu adam, Marquis de La Mole'du. Julien, onu o kadar terbiyeli, o kadar nazik buldu ki âdeta tanımayacaktı. BrayleHaut manastırında gördüğü o azametli, çalımlı asilzadeye hiç benzemiyordu. Julien, perukayı doğrusu çok saçlı buldu. Bu izlenim onu, çekingenlikten kurtardı. Üçüncü Henri'nin dostunun torununu Julien, ilk önce mıymıntının biri olarak gördü. Çok cılızdı, üstelik yerinde de duramıyordu. Ama arası çok geçmedi, Julien Marquis'nin gösterdiği nezaketin, terbiyenin Besançon piskoposununkinden de üstün olduğunu, karşısındaki adamı Besançon piskoposundan da fazla hayran edeceğini anladı. Konuşmaları üç dakika bile sürmedi. Çıkarken Abbe:
– Marquis'ye sanki, bir tabloya bakar gibi baktınız. Bu adamların terbiye, nezaket dedikleri şeyi ben öyle pek iyi bilmem, siz yakında bu işleri benden bin kat iyi anlarsınız; ama bana öyle geliyor ki sizin bakışlarınızdaki cüretlilik, pek terbiyelice bir şey değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırmızı ve Siyah
Ficción GeneralStendhal'in yaşanmış bir ya da iki olayı birleştirerek kaleme aldığı bu romanın baş kahramanı Julien Sorel'in yazar ile birçok yönden örtüştüğü söylenir. Orta sınıftan bir genç olan Julien, papaz okuluna devam ederken çocuklarına ders verdiği beledi...