Bölüm 4: Baba ile Oğul

19 1 0
                                    

Ver­rie­res Be­le­di­ye Baş­ka­nı, er­te­si sa­bah So­rel ba­ba­nın ke­res­te bıç­kı ye­ri­ne doğ­ru şe­hir­den iner­ken ken­di ken­di­ne şöy­le di­yor­du:

– Doğ­ru­su ka­rım ka­fa­sı çok ça­lı­şan bir ka­dın! Üs­tün­lük yi­ne ben­de kal­sın di­ye bel­li et­mek is­te­me­dim ama, Latinceyi bül­bül gi­bi ko­nuş­tu­ğu söy­le­nen o kü­çük pa­paz So­rel'i ben ya­nı­ma al­maz­sam di­len­ci­ler evi mü­dü­rü­nün de ay­nı şe­yi dü­şü­nüp onu be­nim elim­den ka­pı­ve­re­ce­ği hiç ak­lı­ma gel­me­miş­ti. Va­le­nod du­rup din­len­me­den el âle­mi ra­hat­sız et­me­yi dü­şü­nür. Ço­cuk­la­rı­nın da­dı­sın­dan kim bi­lir ne bö­bür­le­ne­rek söz eder­di!.. Bu da­dı bi­zim eve ge­lin­ce de pa­paz cüb­be­si gi­ye­cek mi?

M. de Re­nal bu işi ne­ye bağ­la­ya­ca­ğı­nı dü­şü­ne­rek gi­der­ken uzak­tan aşa­ğı yu­ka­rı al­tı ka­dem bo­yun­da bir köy­lü gör­dü. Bu adam sa­bah­le­yin er­ken kalk­mış, Do­ubs ke­na­rı­na, ye­dek­çi­le­rin geç­me­si­ne mah­sus yo­la yı­ğıl­mış tah­ta­la­rı ölç­mek­le uğ­ra­şı­yor­du. Be­le­di­ye baş­ka­nı­nın yak­laş­tı­ğı­nı gö­rün­ce pek se­vin­me­di; zi­ra tah­ta­la­rı yo­lu ka­pa­tı­yor­du; za­ten on­la­rın ora­ya yı­ğıl­ma­sı­na da izin yok­tu.

So­rel ba­ba – o köy­lü So­rel ba­bay­dı – oğ­lu Ju­li­en için M. de Re­nal'in tek­lif et­ti­ği şe­ye çok şaş­tı; şaş­tı­ğın­dan faz­la da se­vin­di. Ama onu yi­ne de, bu dağ adam­la­rı­nın kur­naz­lık­la­rı­nı giz­le­mek için pek us­ta­lık­la kul­lan­dık­la­rı ve il­gi­siz­lik­le ka­rı­şık hoş­nut­suz­luk gös­te­ren ke­der­li bir ta­vır­la din­le­di. Mem­le­ket­te İs­pan­yol­la­rın hü­küm sür­dü­ğü çağ­lar­da kö­le olan bu adam­lar, Mı­sır tel­lâ­lı­nın çeh­re­sin­de gö­rü­len o hâ­li asa yi­tir­me­miş­ler­dir.

So­rel ce­vap ola­rak ilk ön­ce, ez­be­re bil­di­ği bü­tün say­gı söz­le­ri­ni ar­ka ar­ka­ya sı­ra­la­dı. Bu boş söz­le­ri, çeh­re­si­ne has olan sah­te­lik – hatta hi­le­ci­lik di­ye­bi­li­rim– hâ­li­ni bir kat da­ha ar­tı­ran ace­mi­ce bir gü­lüm­se­me ile tek­rar eder­ken yaş­lı köy­lü­nün ka­fa­sı dur­mu­yor, bu den­li önem­li bir kim­se­nin Ju­li­en'i, bir işe ya­ra­maz oğ­la­nı ya­nı­na al­mak is­te­me­sin­de­ki se­be­bi araş­tı­rı­yor­du. Ju­li­en'den hiç mem­nun de­ğil­di, M. de Re­nal de ona yıl­da 300 frank gi­bi umul­ma­dık bir pa­ra ve­re­ce­ği­ni, ye­di­rip içi­re­ce­ği­ni söy­lü­yor­du; üs­tü­ne ba­şı­na bak­ma­ya bi­le ra­zı ol­muş­tu. So­rel ba­ba­nın bir de­ha ese­ri ola­rak bir­den­bi­re ile­ri sür­dü­ğü bu üst baş işi­ni M. de Re­nal he­men ka­bul et­miş­ti.

Yaş­lı So­rel'in pa­ra­yı, yi­yip iç­me­yi oğ­lu için ye­ter bul­ma­yıp bir de gi­ye­cek sö­zü­ne kal­kış­ma­sı, be­le­di­ye baş­ka­nı­nı şüp­he­len­dir­di. Ken­di ken­di­ne: "Be­nim tek­li­fi­min So­rel'i çok se­vin­dir­me­si ge­re­kir­di. Uma­bi­le­ce­ğin­den pek faz­la­sı­nı bul­du. Ma­dem­ki yi­ne mı­rın kı­rın edi­yor, de­mek ki ona baş­ka yer­den de bir tek­lif gel­miş. Bu da Va­le­nod'dan baş­ka kim­den ola­bi­lir?" M. de Re­nal he­men bir ka­rar ver­me­si için So­rel'i çok sı­kış­tır­dı ise de uğ­raş­ma­sı bo­şa git­ti: Kur­naz ve yaş­lı köy­lü işi ke­sip at­ma­ya bir tür­lü ya­naş­ma­dı; bir de oğ­lu­na da­nış­mak is­ter­miş... San­ki taş­ra­da zen­gin bir ba­ba­nın, on pa­ra bi­le ka­zan­ma­yan oğ­lu­na da­nış­ma­sı yal­nız âdet ye­ri­ni bul­sun di­ye de­ğil­miş gi­bi!

Suy­la iş­le­yen ke­res­te fab­ri­ka­sı de­mek, çay ke­na­rın­da bir sa­laş de­mek­tir. Dam, dört iri tah­ta ka­zık üze­ri­ne tut­tu­rul­muş ça­tı­ya da­ya­nır. Sa­la­şın or­ta­sın­da, se­kiz on ka­dem yük­sek­li­ğin­de inip çı­kan bir bıç­kı gö­rü­lür; ga­yet ba­sit bir ma­ki­ne de kü­tük­le­ri bu bıç­kı­nın önü­ne iter. Onu ha­re­ke­te ge­ti­ren de, odu­nu yas­sı tah­ta bi­çi­min­de ke­sen bıç­kı­yı inip çı­ka­ran da, su ile dö­nen bir çark­tır.

Kırmızı ve SiyahHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin