83 santimden 336 öğle yemeği, 38 santimden 336 akşam yemeği, sabah kahvaltısında çikolatalı süt içmesine lüzum gösterilenlere çikolatalı süt; böyle bir iş insana ne bırakır?
Besançon'un Valenod'su
Uzaktan, kapının üstünde yaldızlı demir haçı gördü; bir süre sonra da yavaş yavaş yaklaştı; ayakları sanki geri geri gidiyordu. "Demek ki bir girince bir daha çıkamayacağım cehennem işte burası" demekten kendini alamadı. Sonunda dişini sıkıp kapıyı çaldı. Zilin sesi, ıssız bir yerdeymiş gibi çınladı. On dakika sonra soluk benizli, siyah elbiseli bir adam gelip kapıyı açtı. Julien ona baktı ve gözlerini yere eğdi. Bu kapıcının tuhaf bir yüzü vardı. Patlak yeşil gözlerinin bebeği, kedi gözü gibi büyüyüp daralıyordu. Göz kapaklarının hareketsiz duran çevresi bu adamla dostluğun imkânsız olduğunu gösteriyordu. İnce dudakları, dişlek ağzı üstünde bir yarım daire meydana getiriyordu. Doğrusu bu, adam öldürecek bir insan çehresi değildi amma tam bir hissizlik gösteriyordu; bu da gençleri daha çok ürperten bir şeydir. Julien ona aceleyle şöyle bir bakmıştı ve onda görebildiği biricik his, kendisine söz edilebilecek ve ahretle ilişiği olmayan her şeye karşı temelli bir hafifseme duygusu oldu.
Julien gözlerini güç kaldırdı ve kalp çarpıntısının titrekleştirdiği bir sesle, ruhban okulu müdürü M. Pirard ile konuşmak istediğini anlattı. Kara adam hiç sesini çıkarmadı ve Julien'e, ardı sıra yürümesini gözleriyle işaret etti.
Eğri büğrü basamakları duvara değil de öbür yana kendini vermiş, yıkılacakmış gibi duran bir merdivenden iki kat çıktılar. Üzerinde kara boyalı bir tahta mezarlık haçı asılı bir küçük kapıyı zorla açtılar. Kapıcı Julien'i karanlık ve basık bir odaya soktu. Duvarlara beyaz badana yapılmışt; asılı duran iki tabloyu da, zaman karartmıştı. Orada Julien bir başına kaldı; ağlamağa cesaret etse içi açılacaktı. Bütün binada sanki bir ölüm sessizliği vardı.
Julien'e bir gün gibi gelen on beş dakika geçti; o korkunç suratlı kapıcı, odanın öbür ucunda bir kapıda gözüktü ve söze tenezzül etmeksizin Julien'e yürümesini işaret etti. Daha büyük ve çok az aydınlatılmış bir odaya girdiler. Bu odanın duvarları badanalıydı ama eşyası yoktu. Yalnız kapının yanında bir köşede, geçerken Julien'in gözüne bir ahşap karyola, iki hasır sandalye ile çam tahtasından yastıksız bir koltuk ilişti. Odanın öbür ucunda, camları sararmış, bakımsız saksılarla süslenmiş bir pencerenin yanında, masa başına oturmuş, arkasına yırtık pırtık bir cübbe giymiş bir adam gördü; öfkeli bir hali vardı ve önündeki dört köşe kâğıtların birini bırakıp birini alıyor, bir şeyler yazıyordu.
Sanki Julien'in girdiğini görmemişti. Julien, odanın ortasında, demin kapıyı kapatarak çıkan kapıcının bıraktığı yerde, hareketsiz durakalmıştı. Böylece on dakika kadar geçti; kötü giyimli adam hâlâ yazıyordu. Julien'in heyecanı ve korkusu o dereceye varmıştı ki düşüvereceğini sanıyordu. Bu hali bir filozof görse: "Yaratılışı, güzeli sevmek olan bir ruha çirkinlik işte böyle dokunur" diyebilir ve böyle demekle belki de yanılırdı.
![](https://img.wattpad.com/cover/294772411-288-k808962.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırmızı ve Siyah
Ficção GeralStendhal'in yaşanmış bir ya da iki olayı birleştirerek kaleme aldığı bu romanın baş kahramanı Julien Sorel'in yazar ile birçok yönden örtüştüğü söylenir. Orta sınıftan bir genç olan Julien, papaz okuluna devam ederken çocuklarına ders verdiği beledi...