Bölüm 4: La Mole Konağı

9 1 0
                                    

Bu­ra­da ne işi var? Hoş­la­nı­yor mu yok­sa ho­şa git­ti­ği­ni mi sa­nı­yor?

RON­SARD

La Mo­le ko­na­ğı­nın o ki­bar sa­lo­nun­da Ju­li­en her şe­yi ya­dır­gı­yor­sa da bu saz be­niz­li, ka­ra­lar giy­miş de­li­kan­lı da, te­nez­zül bu­yu­rup ken­di­si­ne ba­kan­la­ra pek gel­mi­yor de­ğil­di. Ma­da­me de La Mo­le, ba­zı kim­se­le­rin ye­mek­te bu­lu­na­ca­ğı ak­şam­lar, bir iş çı­ka­rı­lıp Ju­li­en'i ko­nak­tan uzak­laş­tır­ma­sı­nı ko­ca­sı­na tek­lif et­ti. Mar­qu­is:

– Ben bu de­ne­me­yi so­nu­na dek gö­tür­mek is­ti­yo­rum. Ab­be Pi­rard, ya­nı­mı­za al­dı­ğı­mız kim­se­le­rin onu­ru­nu kır­mak­la hiç mi hiç iyi et­me­di­ği­mi­zi söy­lü­yor. Ata­la­rı­mız da, an­cak da­ya­nık­lı ola­na gü­ve­ni­lir de­me­miş­ler mi? Hem bu de­li­kan­lı­nın sof­ra­da ay­kı­rı düş­me­si, sa­de­ce ta­nın­mış bir yüz ol­ma­ma­sın­dan; yok­sa ağ­zı­nı bi­le aç­mı­yor.

Ju­li­en: Bu sa­lo­na ge­lip gi­den­le­rin ad­la­rı­nı, huy­la­rı­nı, bir kâ­ğı­da ya­za­yım da şa­şır­ma­ya­yım.

Say­fa­nın ba­şı­na, ko­na­ğa her va­kit gi­rip çı­kan, Ju­li­en'i de Mar­qu­is he­ve­si­ne uyup pek se­vi­yor sa­na­rak, ne olur ne ol­maz di­ye ona da ya­ran­ma­ya ça­lı­şan beş al­tı ki­şi­nin adı­nı yaz­dı. Bun­lar, az çok gö­nül­süz, yok­sul, za­val­lı adam­lar­dı; şu ka­dar ki – bu­gün asil­za­de sa­lon­la­rın­da rast ge­li­nen bu çe­şit adam­la­rın hak­kı­nı ye­me­mek için söy­le­ye­yim – her­ke­se kar­şı bir de­re­ce­de he­ves­siz de­ğil­ler­di. Ara­la­rın­da öy­le­le­ri var­dı ki Mar­qu­is'nin her ha­re­ke­ti­ne bo­yun eğer de Ma­da­me de La Mo­le'den sert­çe bir söz işit­se is­yan edi­ve­rir­di.

Ki­bir ve iç sı­kın­tı­sı, bu ko­nak bay­la­rı­nın ilik­le­ri­ne dek iş­le­miş­ti. On­lar, iç sı­kın­tı­la­rı­nı gi­der­mek için ha­ka­ret et­me­ye o den­li alış­mış­lar­dı ki ken­di­le­ri­ne ha­ki­kî dost edin­me­le­ri­ne de­ğil, bu­nu um­ma­la­rı­na bi­le im­kân kal­ma­mış­tı. Fa­kat yağ­mur­lu gün­ler, bir de sey­rek olan o yır­tı­cı iç sı­kın­tı­sı an­la­rı bir ya­na bı­ra­kı­lır­sa, ter­bi­ye­de, ne­za­ket­te ku­sur et­tik­le­ri ol­maz­dı.

Ju­li­en'e ba­ba­ca bir dost­luk gös­te­ren o ha­tır sa­yar beş al­tı ki­şi de La Mo­le ko­na­ğın­dan ayak­la­rı­nı ke­se­cek ol­sa, Mar­qui­se çıl­dır­tı­cı bir yal­nız­lı­ğa dü­şü­ve­rir­di. O du­rum­da ka­dın­lar için de yal­nız­lık, da­ya­nıl­maz bir ıs­tı­rap­tır, çün­kü göz­den düş­me be­lir­ti­si­dir.

Mar­qu­is ka­rı­sı­na çok iyi ba­kar, sa­lo­nun­da her va­kit is­ten­di­ği ka­dar adam bu­lun­ma­sı­na dik­kat eder­di; ama se­na­tör ar­ka­daş­la­rı­nı ko­na­ğı­na pek ça­ğır­maz­dı, çün­kü on­la­rı ne dost­lu­ğu­na layık gö­re­cek ka­dar asil bu­lur­du, ne de hiz­me­ti­ne al­ma­ğı is­te­ye­cek ka­dar eğ­len­ce­li.

Ju­li­en bü­tün bu in­ce­lik­le­ri, çok son­ra­la­rı öğ­ren­di. Or­ta hal­li­le­rin ev­le­rin­de her za­man, o gün­kü dev­let yö­ne­ti­mi­nin sö­zü edi­lir ama Mar­qu­is'nin sı­nı­fın­da­ki adam­la­rın ev­le­rin­de o söz, an­cak baş­la­rı pek sı­kıl­dı­ğı za­man açı­lır.

Bu iç sı­kın­tı­sı­na tu­tul­muş çağ­da bi­le eğ­len­mek ih­ti­ya­cı­nın in­san oğ­lu üze­rin­de öy­le bir hük­mü var­dır ki zi­ya­fet ve­ri­len gün­ler­de da­hi, Mar­qu­is sa­lon­dan çı­kar çık­maz, her­kes sı­vış­ma­ya ba­kar­dı. Al­lah ile, ra­hip­ler­le, kral­la, bü­yük me­mur­lar­la, sa­ra­yın ko­ru­du­ğu sa­nat adam­la­rı ile, öte­den be­ri sa­yı­lan âdet­ler­le eğ­len­me­mek, Be­ran­ger'yi, kar­şı ta­raf ga­ze­te­le­ri­ni, Vol­tai­re'i, Ro­us­sea­u'yu, tok söz­lü hiç kim­se­yi öv­me­mek, he­le si­ya­set sö­zü­nü hiç aç­ma­mak şar­tıy­la her­kes is­te­di­ği gi­bi fi­kir yü­rüt­mek­te ser­best idi.

Kırmızı ve SiyahHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin