14. Bölüm

151 26 0
                                    

13. Bölümden;


"Eylül'ler kalkıyor." dedim hislerimden uzaklaşmak adına. "Yemeğe yetişmek istiyorsan sanırım kahveni içmemelisin."

"Pekâlâ," Sırtını dikleştirdi. "Sanırım gerçekten gelmiyorsun."

Noktayı beraber koymuştuk ve şimdi defteri kapatıyorduk. "Evet."

Dişlerinin arasından bir nefes verdi. "Gelme, karşıma çıkma." Sözlerimi tekrar ediyordu ve Tanrı'm... Bu çok yakıcıydı. "Sanırım bu sondu. Seni temin ederim bir daha buraya gelmeyeceğim."

Ayağa kalktı ve bir panik dalgasının etrafımda dönmeye başladığını hissettim. Bir daha buraya gelmeyeceğim.

"Tamam."

Gözlerime baktı. Vazgeçirtmiştim onu. Boğazıma oturan koca yumruya lanet ettim. Neden peyda olmuştu ki?


14. Bölüm


"Yok artık!" Eylül ansızın Harun'un arkasında belirmişti ve kesinlikle bizden başka yere bakarak konuşmuştu. Ne olduğunu anlamak için arkamı döndüm. Gerçekten ama, yok artık! Sertçe yutkundum. Sabah benle konuşurken benim çizgiyi aştığımı söyleyen, bana duvardaki çentik muamelesi yapan adam benim çalıştığım barda işe mi girmişti? Elindeki tepsiyi düzeltip son basamağı çıktı. Evet, kesinlikle yanımda işe girmişti. Tepsisinde kahve vardı ve süt. Bana baktı, gözleri Harun'a kaydı. Biçimli dudaklarında tuhaf bir tebessüm vardı ve etrafıma göz attıktan sonra da bu tebessüm silinmemişti. "Cem tepsiyi sana vermemi istedi." dedi direk bana doğru sonra göz kırptı. Şaşkınlıktan her an ölebilirdim doğrusu. Tepsiyi alıp boğazımı temizledim. "Arkadaşlar kal-" diyemeden Harun Barış'a doğru konuştu.

"Abi, boğazım resmen felç durumda. Şu kahveye içeyim sonra kalkarız." Barış kafasını salladı. Eylül ise durumu analiz etmeye çalışarak etrafına bakınıyordu.

"Oturuyor muyuz daha?" Eylül tereddütle konuşuyordu ve Barış çoktan her şeyi anlamış gibi bara oturmuştu bile.

"Evet, yavrum." Eylül için bar taburesini geriye çekti ve gülümsedi. Harun bardağına sütü koyarken ifadesizdi. Taş gibi kalmıştı. Bende tam anlamıyla öyleydim. Derin bir nefes aldım.

"Sen barda kal." dedim Can'ın yüzüne bakmadan ve Eylül'lerin masasını toplamaya gittim. Can beni görmüş ve bir dağ aslanının avına odaklanması gibi bana odaklanmıştı. Kendimi gölden su içen antilop gibi savunmasız ve tedirgin hissediyordum. Kendimi oyalayabileceğim maksimum zaman bir saatti ve sonra Can'laydım, öyle mi? Üstelik Harun'lar da gidecekti. Sıkıntıyla boynumu ovaladım. Kaçınılmaz son beni çekiştirip duruyordu. Finalin bu olduğu da gün kadar aşikardı ama beni böylesine ucuzlatan adamın yanında nasıl duracaktım ki?

Tabakları mutfağa bıraktım. Cem yoktu. Muhtemelen sigara içmeye çıkmıştı. Derin bir nefes aldım ve biraz daha oyalanmak için bulaşıkları yıkadım. Sonra gözüme takılan dolabın içini boşaltıp sildim. Dolabı yerleştirirken dolabın ne kadar kirlendiğini görüp onu da temizlemeye karar verdim. Evet, bunlar beni sadece bir saat kadar oyalamıştı. Belki biraz daha fazla ama daha fazla iş çıkartamazdım kendime. Saçlarım dağılmıştı; ter içindeydim ve kafam dönüyordu. Belli ki fazla temizlik maddesi koklamıştım ama mutfak pırıl pırıldı ve kesinlikle sarf ettiğim efora değmişti. Üstelik Harun'ların bakışları altında Can'la çalışmaktansa burayı ikiye katlar çitilerdim bile ama işin doğrusu an itibariyle mutfak bal dök yalaydı. Pes etmek zorundaydım. Kendimi prenses gibi kuleye kapatamazdım. Bugün kaçsam bile yarın Can'la beraber çalışmak zorunda kalacaktım. Lavaboda saçlarımı düzeltip bara geri çıktım. Saat yediye yaklaşıyordu ve millet yavaş yavaş bara gelmeye başlamıştı. Cem bardaydı Harun'la konuşuyordu. Eylül ise Barış'ın eline ne zaman ve nasıl geçtiğini bilmediğim iskambil kartlarıyla yaptığı kolay sihirbazlık numaralarını izliyordu. "Ah," Cem bana döndü. "Mutfak müsait mi?"

Bir Şansımız Olsaydı - TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin