42. Bölüm
-Harun-
"Oğuz, Eylül'e bir bakar mısın? Hazırsa nikahtan önce onu yukarıya çıkarmak istiyorum."
Tuna imalı bir şekilde Barış'ın omzuna vururken Oğuz Tuna'ya uyarak kahkaha attı. "Sabret oğlum, nikahtan sonra nereye isterseniz oraya çıkarsınız."
Gözlerimi kapatıp İstanbul'un üzerinde batan günü izledim. Gelmiş miydi gerçekten de? Bunu neden daha önce söylememişti Eylül? Konuştuğunu bile söylememişti! Ondan aldığım son haber Ankara üniversitesi, hukuk fakültesinden mezun olduğuydu. Bunu söyleyen Eylül'dü ve sonrasında ne kadar sorduysam da Nazlı'nın, ona da telefonları açmadığını söylemişti. Hepimizle iletişimini kestiğini sanıyordum. Viskimden koca bir yudum alıp boğazımı yakışını hissederek yutkundum.
Bunca zaman ondan haber alabilir miydim? Merakla dudaklarımı ısırdım. Beni haberdar etmeye devam etse ölür müydü yani? Tamam Eylül'ü çok sıkboğaz ettiğimi biliyordum ama Nazlı'yla aramdaki tek kanal oydu ve... Artık ondan da haber alamadığımda nasıl bir karanlığa gömüldüğümü sadece ben biliyordum!
Bir zamanlar sevdiğim kız, beni bırakıp giden kız gerçekten de geri mi gelmişti?
Bir zamanlar mı; kimi kandırıyordum? Bir yudum daha içtim viskimden. Sessizce mırıldandım manzaraya karşı. "Hala sevdiğim kadın..."
"Harun bunlardan hayır yok ağabeyciğim," Barış'ın adımı seslenmesi üzerine toparlandım. "Eylül'e bir bakar mısın? Hazırsa yukarıda ona bir sürpriz hazırladım."
"Sürpriz olduğunu söyleyeyim mi?" diye sordum bardağımı komodine bırakarak. Tuna ve Oğuz söylediklerime kahkaha atınca üzerimdeki gerginliği perdeledim.
"Biriniz," dedi Barış sahte bir yakarışla. "Biriniz sağdıç gibi davransın be!"
"Tamam," Ellerimi havaya kaldırıp genişçe gülümsedim. "Ben bu zorlu görevi üstleniyorum."
Kapıya yönelip yürürken daraldığımı hissederek kravatı çıkarttım.
"Oğlum Eylül hepinize aynı kravatı aldırdı. Çıkarma! Bak Eylül beni mahveder! Harun!
Acele et bari!"
Derin bir nefes alıp gömleğimin düğmelerini açarken Barış'a döndüm. "Hemen de hanım köylü olmuşsun." dedim acınası bir ifadeyle. Sözümle birlikte damat odası kahkaha tufanına kapılmıştı ve ben de Barış'ın gazabından kurtulmak için adımlarımı hızlandırmıştım.
O kadar hızlı fırlamıştım ki birine çarptığımı ancak çarptığım kişi burnunu tutup duvardan destek alınca fark ettim.
"Çok özür dilerim." dedim hala savrulmakta olan kadının kolundan tutarak. Yüzünü buruşturmuş kadın burnunu tutmayı bırakınca bu kez duvara tutunan bendim. "Nazlı,"
Gerçekten de gelmişti. Alt dudağımın titrediğini fark ederek boğazımı temizledim.
Burnundaki kırmızılığı görünce küfrettim. "Kahretsin, burnun kanıyor."
Başını geriye atarak burnunu tutmaya çalışıyordu hemen cebimdeki mendili çıkartıp burnuna bastırdım. Damat odasına seslenip görevimi Tuna'ya devrederken Nazlı'yla aramıza hiç mesafeler ve yıllar girmemiş gibi belinden tutup odama götürdüm.
Onu benche oturtup oda servisinden buz isterken nasıl olup kontrolü elden bırakmadığıma şaşırıyordum.
"Sorun değil Harun." diyerek burnunu sildi. Burnu, dudaklarının üstü, çenesi kandı. Buna rağmen hep yaptığı gibi her şeyi kendi kontrolünde tutmak istiyordu. Bu kez ona karışmadım. Artık iki çocuk değildik, değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Şansımız Olsaydı - TAMAMLANDI
Literatura KobiecaNaz sadece biraz kötümser, realist, biraz fazla kuralcı... İroni fabrikası bir adam... Ve okumak için yollara düşen sivri dilli bir kız. Naz tekeri patlak, yaşlı bir kamyonda ve kader hep yokuş aşağı sürüyor aracını. Olsun, o artık liseli değil! Ün...