8. Bölüm
-Harun-
Antibiyotiklerin onu uyutacağını biliyordum. Daha kahvaltı masasından kalkamadan yüzü tabağa düşmüştü neredeyse. Sarhoş fareler gibi yalpalama kısmına geçmeden garsona ödemeyi yapıp Naz'ın yanına döndüm. Aslında adı Nazlı'ydı. Nazlı Beyruz. Nüfus cüzdanında görmüştüm. Nazlı daha güzeldi bence. Durup durup bana karşı çıkışlar yapsa da kendisine nazik davranılmayı hak ediyordu Nazlı Hanımefendi. Ayağa kalkıp karşıma dikilince kendimi gülmekten alıkoyamadım. Hafif kalkık kaşlar, pörtlek çikolata kahvesi gözler ve gergin dudaklar, kesin sızlanacaktı. "Doğruyu söyle," dedi yalpalamaya karşı dik durma savaşında neredeyse mağlup düşecekken. "Bana uyku ilacı mı verdin sen?"
Gülerek verdiğim yanıt canını sıkmış olmalı ki topuklarını yere vurup yüzünü elleri arasına sakladı. Antibiyotikler zaten uyku getirirdi hele de hastalıktan bitap düşmüş bir vücudunuz varsa. "Ayakta uyuyacağım resmen!" diye sızlandı. Belli eli ayağı titriyor, güç bela ayakta duruyordu. Gidip kollarımı vücudu altına soktum ve yer çekimine yenik düşen Nazlı'nın bedenini kucağıma aldım. Önce sızlanacak gibi oldu ama daha ağzını açamadan yarı kapalı gözleriyle başı omzuma düşüverdi.
***
Mahalle berbattı ama bunun benim yüksek standartlarımla ve belli düzeydeki hayat şartlarımla uzaktan yakından alakası yoktu. Evet, ben şirket sahibi her varis gibi parayla şımartılmış bir velettim. En azından on iki yaşına kadar şaşa ile büyütüldüğümü itiraf etmeliydim ama sekizinci yaşımın tam ortasında aile içinde başlayan ve gittikçe harlanan ateşte büyüyen ebeveyn kavgalarımın ardı arkası kesilmeyince hayatımın şaşasının ya da yüksek standartlarının bir önemi kalmamıştı. Huzur. Beş harf iki hece. On altı yaşına kadar cebimdeki paradan çok huzurun peşinde koşmuştum ve dün gece bu pencerenin altında, arabanın içinde pineklerken bu mahallenin hiçbir şekilde huzurlu olmadığını öğrenmiştim. Acaba Nazlı, kaldığı apartmanın birinci katında escortların oturduğunu ve kızların sevgilisinin sabah beşte eve gelip kızları öldüresiye dövdüğünü biliyor muydu? Elbette olaylar karşısında sessiz kalmam mümkün değildi. Polisi aramanın ne yazık ki işe yaramadığını da dün gece tecrübe etmiştim. Bazı kadınların içinde bulundukları durumun çaresizliğine bu denli teslim olması ne kadar da acıydı... Polisi arayıp olan biteni Mazdam'dan izlerken değişen hiçbir şeyin olmayacağını da biliyordum açıkçası. Polis apartmandan çıkar çıkmaz devam eden çığlıklar... Ve Nazlı bunları duymuyordu, öyle mi? Belki de hasta olduğu için ölü gibi uyumuştu... Yine de elimden gelen bir şeyler olmalıydı; dedim ve youtubedan polis sirenini açıp ses bombamla saat başı mahalleyi şenlendirdim. Taa ki yirmili yaşlarının sonunda, hafif göbekli ve esmer bir adam apartmandan çıkıp bağrış sesleri kesilene kadar. Tam dört saat sonra... Bu yüzden şimdi Nazlı'nın çantasını açıp anahtarını bulmaya çalışırken geriliyordum. Burası tekinsiz bir mahalleydi. Dahası, huzursuzluk mahallenin yollarından dökülüyordu. Çocuklar sapanla kuş avlarken lamba patlatıyordu, escortlar kol geziyordu ve tabii bir de kendini adam zanneden mahlukatlar vardı!... Anahtarı yuvasına oturtup kapıyı açarken belinden tutup gövdeme bastırdığım kızı kucağıma alıp "Hadi bakalım güzelim." dedim sessizce. Ayağımla kapıyı ittirip örterken evin ne kadar çıplak olduğunu görüp afalladım. Yerlerde halı yoktu ve kesinlikle duvarların artık boyanması gerekiyordu. Yer yer sararmış ve zaman zaman sıvasını atmış duvarlarda is lekeleri de vardı. Önceki sahiplerinin bu lekeyi oluşturabilmek için ne gibi bir faaliyette bulunduklarını merak ettim doğrusu ama durup holü inceleyecek halim yoktu. Ev küçüktü; holün sağında mutfak ve solunda bir oda vardı. Odaya geçip Paletlerin üzerine serilmiş bir şilte görünce Nazlı'yı ayaklarının üzerine bırakıp onu yavaşça sarstım. "Nazlı, eve geldik." Çok ince ve kısa bir inilti koyuverdi. Ayılmak zor geliyormuş gibi bir hali vardı ki bu gayet doğaldı çünkü aldığı antibiyotik oldukça ağırdı ve muhtemelen uykusunu getiriyordu. Açılamayan gözlerinden birini ovuşturmaya başlayıp damağını şaklattı. "Su." dedi sadece ve gözlerini bile açmaya gerek duymadan yatağını bulup uzandı. Hızlı adımlarla mutfağa geçtim. Burası hole ve yatak odasına oranla kesinlikle çok daha doluydu. Belli ki Nazlı hanımın özel bir bardak koleksiyonu vardı. Şimdilik sadece market ürünleri vardı ama yakın zamanda muhakkak özel seri bardaklara da geçerdi. Hazır su olmadığı için suyu musluktan doldururken telefonum çaldı. Çeşmeyi kapatıp arayana baktım. Poyraz'dı. Muazzam bir kuzen ve harika bir dost olmasının yanı sıra Poyraz'ın en sevdiğim huyu beni hiç aramamasıydı ve o arıyorsa konu asla önemsiz olmazdı. Telefonu açıp kulağıma götürdüm. Bir yandan da Nazlı'nın yanına gidiyordum. Battaniyesine sarınmış ve duvar dibine sinmişti. Büyük adımlarla yatağına gidip hemen yanına oturdum. Çenesini kaldırıp daldığı rahatsız uykusunda dürttüm onu. "Nazlı, suyun." dedim sadece. Bu sırada Poyraz telefonun ucunda beni bekliyordu. Bu aramızdaki telefon geleneği yazısız bir kural gibiydi. Birbirimize özellikle Kuzen, demedikçe konuşma başlamazdı. Ve eğer biri demiş diğeri susmuşsa biraz beklemek en iyisiydi. Naz titrek elleriyle suyu elimden alırken bende bardağın altından tutmaya devam ediyordum. Nitekim iyi de yapıyordum çünkü Nazlı'nın parmak boğumlarındaki beyazlıklara rağmen bardağı yeterince sıkı tuttuğu söylenemezdi.
![](https://img.wattpad.com/cover/297121241-288-k939970.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Şansımız Olsaydı - TAMAMLANDI
Chick-LitNaz sadece biraz kötümser, realist, biraz fazla kuralcı... İroni fabrikası bir adam... Ve okumak için yollara düşen sivri dilli bir kız. Naz tekeri patlak, yaşlı bir kamyonda ve kader hep yokuş aşağı sürüyor aracını. Olsun, o artık liseli değil! Ün...