12. Bölüm

154 29 0
                                    

12. Bölüm

-NAZ-

Sinirli değildim ancak hayal kırıklığına uğradığımı itiraf etmem gerekiyordu. Pek çok konuda... Pek çok konuda düş kırıklığı yaşıyordum. Seminerde olanlardan sonra Can'ın hakkımda çok yanlış fikirlere kapıldığını ve bu sebeple kızgın olduğunu biliyordum ama yaptığının tek motivasyonun kızgınlık olduğuna inanmak güçtü çünkü bu yaptığı öç almak değildi; olamazdı. Hakkımda düşündükleri... Bana resmen fahişe demişti. Koleksiyon yerine koymuştu! Ben çentik değildim!... Üstelik açıklama yapılması gereken başka konular vardı. Örneğin, Can'ın barda ellerini kullanmadan yaptığı diş ameliyatı; evet, Can, bir kızın ağzına dilini sokmuşken bana gelip Harun hakkında yakıştırmalar yapamazdı.

Ben koleksiyon parçası değildim; duvardaki çentik, maç skoru ya da sıradaki kız da değildim. Ayrıca adım Nazlıcan'da değildi! "Ben," Kantinde oturmuş, soğumuş kahve bardağıma bakıyordum. Eylül elindeki telefonla ilgileniyordu. Geçen bir saatin sonunda benimle konuşmaya ya da beni teselli etmeye ilişkin çabalarının boş olduğunu fark etmiş ve çabalamayı bırakmıştı. Benimle uğraşmanın yararı olmazdı. Ben çözülene kadar buz soğuk kalırdı; ateş yakıp etrafımda dönmenin anlamı yoktu. Telefonunu bir kenara bırakırken hevesli görünüyordu. Can hakkında sayıp dökmüştü; konuşamadığı Harun'du. Hayran olduğu kişi de öyle. Bu sebeple hevesini anlıyordum. Anlamadığım; yaşananları idrak mı edemiyordu? Can beni sevişilip rafa kaldırılacak bir barbie gibi görüyordu ve Harun'da ayan beyan adımı unuttuğunu belirtmişti. "Ben..." dudaklarımı yalayıp sandalyemde doğrulurken Eylül'e bakmamaya çalıştım; aşırı hevesli suratı canımı sıkıyordu. "Ben böyle unutulacak biri miyim?"

"Deli misin?" Az önce aldığı çayından bir yudum aldı. "Öyle hemen unutulacak cinsten biri olsaydın Can kuyruğuna basılmış kedi gibi saldırır mıydı?"

Dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi yere diktim ve bir anda söylemeyi planlamadığım şeyler söyleyiverdim. "O halde neden bana Nazlıcan, dedi yani... Sence adımı hatırlamıyor olması mümkün mü?" Sözler dudaklarımdan dökülüp de fabrika paydos etmiş gibi susunca bir başkasının aptal sözlerini duymuşum gibi afalladım ve evet, sözler hayli aptaldı. Bunları ben mi söylemiştim? Onca olan bitenin ardından aklımda milyon tane şey dolaşıyordu ama ben buzlarımı eritip konuşmaya karar veriyordum ve dudaklarımdan ilk çıkan şey Harun'un adımı unutup unutmadığını sormak oluyordu, öyle mi? Can'ı düşünüyordum, Can'a kızıyordum, Can yüzünden üzülüyordum ama Harun'la alakadar mı konuşuyordum? Kolumun içini çimdikleyip sandalyemde geriye yaslandım. Bardağımı dudaklarıma götürdüm ama buz gibi olduğunu fark edince yüzümü buruşturdum. Bu esnada Eylül sıcak çayını bana uzatmıştı. Yüzü aydınlanmış, vücudu bana doğru eğilmişti.

"Saçmala," dedi ben bardağından bir yudum alırken. Yüzümü bir kez daha ekşittim çünkü... Bu neydi yahu? Çay değildi! Resmen şerbetti.

"Iğh!" dedim tiksintiyle. "Kaç şeker attın buna?"

"Konuyu değiştirme." Çantasından kâğıt mendil çıkartıp bana uzattı. Dilimi zımparalamak istiyordum!

"Konu ne ki?" dedim dudağımı sildim yüzüne bakmadan. Gerçekten kantinde olmasam dilimi peçeteyle kurulardım. Öğk!

"Harun'la iki haftadır birliktesiniz. Senin adını unutmuş olamaz."

"Biz Harun'la sevgili değiliz." diye kestirip attım onu. Eylül'ün taraflı bakış açısı beni yoruyordu doğrusu.

"Gördün mü? Ona Hakan demedin, Halit demedin, Harun dedin." Dudaklarını gerip gülümsedi. "Bu ilişkide sürekli pes eden tarafın sen olduğu düşünülürse, sen bile onun adını unutmadıysan Harun dünden bugüne senin adını nasıl unutabilir?"

Bir Şansımız Olsaydı - TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin