Yıldızlara dokundu gözlerim, nefesim titredi. Ayağımda botlarım, üstümde de büyük bir sweat ve kaban vardı. Siyah dar pantolonumun bilek kısımlarının üzerine siyah çorabı geçirmiş, siyah botu da öyle giymiştim.
Kar kirpiklerime dokunuyor, ormanın karanlığında boğuluyordum. Gecenin bir yarısı Ömer'in evinin önünde duruyordum, kalçam onun arabasının kaputuna yaslanmıştı. Kollarım göğsümde birleşmiş, donuk bakışlarım yıldızlarda sabitlenmişti. Nefesim dudaklarımdan uzaklaştığı anda soğuktan iyice belli oluyordu.
"Aren?" Ömer'in sorarcasına sesini duyduğumda gözlerimi gökten indirip ona diktim. "Üşüteceksin." dediğinde hafifçe gülümsedim. Üşütsem ne yazardı sanki...
"İyiyim ben."
İç çekip botlarını giydi ve yanıma geldi. Üzerinde sade, siyah bir kazak ve siyah, dar bir pantolon vardı. "Canının ne denli yandığını görebiliyorum." Ona döndüm, kahvenin en güzel tonu olan gözlerine baktım usulca.
"Görebiliyor musun?" Ağlamamak için direnip yanağımın içini dişledim. "Nasıl görüyorsun?"
O parmaklarını gözümün altına getirene kadar gözümden yaş aktığını anlayamamıştım bile. Soğuk eli tenime dokunduğu anda içimi bir ürperti kapladı. Gözyaşımı silip ellerini salık saçlarımdan geçirip geriye doğru yatırdı. "Gözlerin," diye fısıldadı, kirpiklerim titredi. Bir süre bekleyip yeşil gözlerime baktı uzunca. Sonra boğuk bir sesle devam etti fısıldamaya. "İçini o kadar vuruyor ki dışarıya." Çatık kaşlarım bir anda düzeldi. Parmaklarının tersini yanaklarıma sürttü. "Kalbi kırık bir kadınsın, Aren Kandemir. Senin kalbin çok kırık."
"Ya sen?" diye sordum söylediği şeyler içime bir bir işlerken. Doğruyu söylüyordu, kalbim gerçekten çok kırıktı. "Senin kalbin ne kadar kırık?"
"Ben iyiyim," dedi bir anda savunmaya geçerken. Başımı iki yana sallayıp burukça tebessüm ettim. Ellerini yüzümden çekip bedeninin yanlarına serbestçe bırakırken bu sefer benim avucum onun kirli sakallı yanağına dokundu.
Sanki o an içindeki acıları avucumun içinde hissettim. "Değilsin." dedim yumuşak bir tonda. "Kendini kandırmaya çalışma, Ömer." Acımasız mıydım? Belki...
"Kandırmak mı? Kendimi neden kandırayım ki?" Elini elimin üzerine yerleştirip yavaşça yanağından uzaklaştırdı. Parmaklarım uyuşurken yutkundum.
"Öyle olsun." dedim yanından sıyrılıp eve doğru ilerlerken. Aniden durmamı sağlayan bir şey söyledi bana, kalbim çarptı, nefesim kesildi.
"Yarın ailenin cenazesi olacak."
Gözyaşlarım hızla gözlerime hücum ederken tökezledim, acıyla yoğruldu kalbim. Dudaklarım aralanırken, gözümden akan yaşlar yanağımı ıslatıp boynuma doğru süzüldü. Olduğum yere mıhlanmış gibi hareket edemezken, alt dudağım yine büzüldü. Sakince ona döndüm, omuzlarım sarsılmak için çabalasa bile bedenimi kasıp ellerimi yumruk yaptım. "Yarın mı?" diye sordum zoraki çıkartabildiğim sesimle. "Gidebileceğim... Öyle değil mi? Yemin ederim o adam beni orada öldürse bile gitmek istiyorum."
Dudaklarını birbirine bastırdı, başını salladı. "Götüreceğim seni ama çok fazla kalamayız." Başımı belli belirsiz salladım.
Arkama döndüm ve hızla evin içine girdim. Kendimi koltuğa attığımda yavaşça başımı yastığa yasladım ve koltukta kıvrıldım. Ah, anne... Daha neler yapacaktık beraber. Keşke bir kez daha sarılsaydım sana, bir kez daha baksaydım gözlerine, bir kez daha öpseydim yanaklarından. Göğsüme düşen ateş büyüdü, büyüdü ve en sonunda ruhumu sardı. Ruhum alevler içinde yanarken, ateş parçaları tüm organlarıma bulaşıyordu. Ölüyordum. Ölüm hiç bu kadar yakın olmamıştı bana, hissediyordum acının taze kokusunu. Sinmişti tenime, yanık bir imza olarak kalacaktı hep. Parmaklarımın tersini sertçe yanaklarıma bastırıp akan yaşları sildim. Babasına âşık bir kız olmuştum hep. Şimdi kime sarılıp, kimin göğsünde uyuyacaktım? Onların yokluğu acı bir gerçekti içimde, ruhumun en derinlerinde haykıran kız çocuğunu görmezden gelemedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜL RENGİ İNTİKAM [tamamlandı]
RomanceBir gece ansızın kendini öldürmeye çalışan biri olduğunu fark eden Aren Kandemir, ormanın ortasında bayılmıştı. Kendisini bulup evine getiren eski askerle olan yaşam mücadeleleri hiç düşünülmeyecek bir bağı ortaya çıkardı. Bu aşk değildi. Bu aşkın...