Jülide uykusuz bir gecenin ardından yorgun düşmüştü. Doktorlardan çıkabirsini duyduktan sonra rahatlamıştı. Evine gidip dinlenebilirdi. O hazırlanırken sabah odaya gelen arkadaşı Mert'te gelmişti.
"Taburcu ettiklerinde haber ver demiştim" dedi sitemle. Jülide insanlara yük olduğunu düşünmek istemiyordu. Kötü bir olay oldu ve bitti. Sonuçta o iyidi. Diğerlerini kendi işlerinden alıkoymak istemiyordu. "Eve gidebilecek haldeyim. Senin bekleyen hastaların yok mu?" dedi..
"Senden daha önemli değiller." dedi Mert ciddiyetle. Jülide'nin elindeki eşyaları aldı. Jülide onun bakışlarından onu ikna edemeyeceğini anlamıştı. İkiside inatçıydı ama bu sefer Mert kazanırdı. Jülide'nin kazanmasına izin verdiği nadir insanlardandı Mert. Uzun zamandır tanıyorlardı birbirlerini. Birlikte atlattıkları onca şeyden sonra ikiside birbirlerine bağlanmıştı. Arkadaştan öte, bir aile olmuşlardı.
Beraber çıktılar hastaneden. Mert'in arabasına bindiler. İkiside konuşmuyordu. Jülide konuşsa lafın nereye geleceğini biliyordu o yüzden susmak daha iyidi onun için ama Mert'in ise susmaya niyeti yoktu: "Sabahki kadın, Eylül, işler ilerliyor gibi" dedi Mert detayları öğrenmek istercesine. Jülide'nin pek anlatmaya niyeti yoktu: "Bilmem" dedi. Mert anlamıştı onu ama sormadan duramazdı: "Aşık mısın?" dedi. Jülide bu soruyu bu kadar direkt beklemiyordu. "Bir şeyler hissettiğim kesin ama aşk denir mi bilemem." dedi Jülide.
Aşk neydiki harbiden. Unutmuştu bu kelimenin güzel tarafını ve unutulması imkansız bir acı bırakmıştı onda. Onun için aşkın tarifi o acıdan ibaretti. Hani derler ya aşk için ölmeli aşk o zaman aşk diye işte onunki öyleydi. Bir kere ölmüştü ve ikincisi olur muydu bilmiyordu.
Mert böldü onun düşüncelerini: "Sen aşık olunca beni bir korku sarıyor bilirsin. Mutlu olmanı istiyorum ama ya yanlış kişiyse diye korkmuyor değilim. Sert görüntünün altında kırılgan bir çocuk yatıyor Jülide hanım. Dikkatli ol. Kaptırma kendini" dedi. Endişeliydi ama sözlerinin Jülide'yi karamsarlığa götürmesini istemiyordu. "Sabaha kadar seninle olması güzel davranış oradan biraz puan aldı yenge hanım" dedi gülerek. Jülide koluna vurdu hafifçe "Ne yengesi Mert, daha yok öyle bir şey, sakın bu boş boğazlığını onun yanında yapma" dedi. Mert güldü ve "Yani daha şimdilik yok bir şey ama hafif dumanlar sarmış gibi" dedi. Jülide ters ters baktı. Mert o anlık kapattı konuyu. Jülide'yi sinirlendirmemek en akıllıca olanıydı. Mert Jülide'yi evine bırakıp işe geçti.
Jülide duşa girip kendini yatağa atmıştı ve o anda uyumuştu.
Kapısı çalana kadar kalkmadı. Bir iki defa kapının çaldığını duymuştu, zar zor gözünü açtı. Kim bu saatte diye içinden geçiriyordu. Mert'ten başkasını beklemiyordu ama o değildi. Eylül gelmişti. Tam geri dönmek üzereydiki kapı açıldı. Jülide şaşırmıştı: "Gerçekten beni korkutmaya başlıyorsun." dedi. Eylül gülümsedi: "Yanii haklısın ama korkmana gerek yok. Mert ile karşılaştık çıkışta, geçen odandaydı. Görünce tanıdım, sonra gerçekten tanıştık. Öyle biraz senin hakkında konuştuk. Senin hakkında endişeleniyordu bende onun endişelerini ortadan kaldırmak için geldim." dedi. Mert ile Jülide'nin tartışacağı yeni konu hazırdı. Mert kimseye onun adresini vermezdi ama demekki Eylül ile konuştuklarında onu sevmişti. Bu iyiye işaretti. Öyle miydi? Her şey çok hızlıydı sanki. Jülide bunlara ne anlam vereceğini nasıl bir yol izleyeceğini bilmiyordu. Eylül sanki her şeyi çözmüş gibiydi. Öyle saydam bir şekilde önünde duruyormuş gibiydi ama bu Jülide'yi daha çok korkutuyordu. En açık olanlar en çok şey saklayanlardı aslında. Ya da o öyle görmüştü hep.
Eylül elindekileri gösterip "İçeri alırsan belki birlikte bir şeyler yeriz." dedi. Jülide tabi diyerek içeri aldı. Pijamayla karşısında duruyordu. İçeri gidip üstünü değiştirdi. Beraber yemek yediler. Eylül konuşulanlardan, işteki gününden anlattı o sırada. Jülide dinliyordu. Bir yandan da her hareketine, mimiğine dikkat ediyordu. Sanki bir şeyler bulmayı, kötü bir şeylerin olmasını istiyor gibiydi. İçindeki o kötü his onu ele geçirmişti çoktan.
Yemekten sonra Jülide kahve yaptı. Eylül ona engel olmaya çalıştı ama o hasta muamelesi görmekten sıkılmıştı Jülide .
Kahveleri getirdiğinde bir sessizlik oldu. Eylül başını eline yaslamış Jülide'yi izliyordu. Roller değişmişti ama Jülide ne diyeceğini bilmiyordu. Öyle bakıştılar. Eylül gülümsemiyordu ama yüzünde çok ciddi bir tavır yoktu. Bir şeyler duymak istiyordu, Jülide'yi tanımak onu keşfetmek istiyordu. Jülide ise bundan korkuyordu. Bazen gizemli kalmanın daha iyi olduğunu düşünüyordu. Çünkü insanlar ne kadar senin hakkında öğrenirse senin ilgi çekici tarafın o kadar kayboluyor gibiydi. Ve giderken canını nereden yakabileceklerini çok iyi biliyorlardı. Bu yüzden duvarları olmalıydı insanın. Ama Eylül Jülide'ye öyle bakıyorduki o duvarların yıkılması an meselesiydi.
Eylül bakışlarını çevirdi. Jülide'nin evi çok sadeydi. Etrafta birkaç kitap hariç pek onu anlatan bir şey yoktu. Kahvesinden bir yudum aldı ve Jülide'ye döndü :
"Doğruluk cesaretlik oynayalım derdim ama yaşımız geçti bunun için galiba" dedi Eylül
"Yani yaşlı sayılmayız ama oyun oynamadanda sorabilirsin istediğini" dedi Jülide.
"Kim bu Jülide Kara bahsetsene ondan biraz" dedi merakla.
"Hmm herkesin kızgın gördüğü biri galiba" dedi bakışlarını kaçırarak.
"Kaçamak cevaplar diyorsun tamam genel sorular sormayayım o zaman nerede doğdun?" dedi Eylül.
"Ankara, sen?"
"İstanbul" dedi gülümseyerek. Jülide'de onu tanımak istiyordu. Ama Eylül sorularına devam etti. "Kardeşin var mı?"
"Yok tek çocuğum, senin var mı kardeşin?" dedi.
"İki ablam bir abim var" dedi.
"Güzelmiş, büyük bir aile." dedi Jülide sıradaki soruyu biliyordu ve bunu sevmeyeceğinide.
"Ailenin gözdesi olmalısın sende. Tek çocuk olmak daha güzel geliyor kulağa." dedi. Jülide bir şey demedi. Biraz ciddileşmişti. "Yanlış bir şey demedim umarım." dedi Eylül endişeyle.
"Gözdesi olabileceğim bir ailem yok diyelim. Sadece Mert var. O da istenmeyen küçük erkek kardeş gibi." dedi konuyu değiştirmeye çalışarak.
"Üzüldüm kaybın için, hatırlattığım için kusura bakma." dedi Eylül, ilk sorulardan yanlış yere basmıştı.
"Yani öyle düşündüğün gibi bir kayıp değil. Olduğum kişiyi kabul etmediler. Görüşmüyoruz uzun zamandır. Öyle. Çok konuşulacak bir şey yok. Sen anlatsana kardeşlerini. Tatlı bir yeğenin vardır mutlaka." dedi. Eylül anlamıştı durumu. Üstelemedi, konuyu birazda olsun değiştirmek için bahsetti kendinden. Yeğeninin fotoğraflarını gösterdi. Kardeşlerinden bahsetti. Hiç sevmediği eniştesini anlattı. Jülide onu dinliyordu. Sesi sanki bildiği bir melodiydi. Yıllardır onun yokluğunu çekip tekrardan kavuşmuştu ona.
Eylül anlatacakları bitince beklenmedik bir şekilde: "Kaç kere aşık oldun?" dedi.
Jülide'nin cevap vermek istemediği 2. soruda sorulmuştu. "Bir" dedi.
"Beni saymıyorsun buna galiba." dedi ortamı yumuşatmak istercesine.
Jülide'nin yüz ifadesi ciddileşti. Eylül ileri gittiğini düşünüyordu. Ama Jülide hafifçe yaklaştı Eylül'e. Çok yakındılar. Nefesini yüzünde hissedebiliyordu. Jülide Eylül'ün elini tuttu. Ve kalbinin üstüne koydu:
"Sana yaklaşınca kalbimin sesini hissedebiliyorum. Yakınında olmak beni mutlu ediyor ama aynı zamanda korkudan çıldırtıyor. Adını koyabileceğim bir şey değil bu." dedi ve geri çekildi.
"Sanırım kötü bir aşk hikayen var." dedi titrek bir sesle. Jülide onaylarcasına başını salladı. Konuşmadılar. Jülide gelecek sorulara cevap vermek istemiyordu. Eylül'de o soruları soracak kadar kafasını toplayacak halde değildi. Başka bir güne kalmıştı. Eylül bir süre sonra ayağa kalktı: "Bu halde seni çok yordum galiba. Gitsem iyi olacak" dedi. Jülide "Nasıl istersen ama yormadın. Seninle zaman geçirmek güzel. Teşekkürler düşünüp geldiğin için" dedi. Ve kapıya kadar eşlik etti. Sarıldılar ve Eylül gitti.
Jülide biraz dolandı evde sonra yatağına geçti. Dünün yorgunluğunu henüz atamamıştı. Biraz düşüncelerinin içinde kaybolduktan sonra uyudu.
