20

474 24 28
                                    

Soğuk havaya rağmen kaç saat boyunca balkonda oturduğumuz hakkında pek bir fikrim yoktu. Bildiğim tek şey bu sürenin azımsanamayacak kadar kısa olduğuydu. Gece Zeynep zar zor Emir'i alıp eve götürmüştü. Uğur ve Balın misafir odasındayken ben yine Akay'ın yanındaydım. Başımı göğsünün üzerine yaslamışken tırnaklarımı karnının üzerinde gezdiriyordum. Uyanmış olabilirdi, uyanmamış da olabilirdi çünkü dün gece geç yatmıştık. Kalkmak istemiyordum. Gece rahat uyuduğum da söylenemezdi. Bu olay derin düşüncelere dalmama sebep olmuştu ve canım hayli sıkılmıştı. Hani bazen, tek bir şeyi düşünürken kendinizi bir anda kafanız patlayacak kadar dolu bir halde bulursunuz ya. Çok düşünür bir halde, her şeyi sorgular bir halde. Tam olarak tüm gece bu haldeydim ve gözüme uyku girmemişti.

"Uyanık mısın?" diye mırıldandım. Nefesleri düzensizleşmişti. Onaylar mırıltısını net bir şekilde duyduğumda, başımı kaldırıp ona baktım. Yorgun hissediyordum ve bu yatakta kalma isteğimi arttırıyordu. Fakat uykum yoktu, ayrıca karnım açtı. Dün hastaneden döndükten sonra atıştırdığım şeyler dışında bir şey yememiştim. "Uykun mu var hala?" dedi göz altımda baş parmağını gezdirirken. Başımı iki yana salladım ve göğsünden kalkıp dik bir hal aldım. O da benim gibi oturduğunda, ona döndüm. Mavi hareleri oldukça kısık ve yorgundu. Birbirimize birkaç dakika boyunca attığımız boş bakışlar sonucunda Akay, sıkılmış olacak ki ellerini belime dolayıp beni de kucağına alarak yataktan çıktı. Bu hareketi yüzüme ister istemez bir tebessüm yerleşmesine sebep olmuştu.

Bacaklarımı sıkıca beline sardıktan sonra başımızı aynı hizaya getirdim. Saçlarıyla oynarken o da burukça gülümsüyordu. "Uyuyamadın mı?" diye sordu merakla. Bir nefes vererek başımı onaylar bir şekilde salladım. "Normalde sadece Balın'ı düşünüyordum, fakat sonra aklıma daha çok şey geldi. Çok az uyuyabildim. Ama uykumda yok garip bir şekilde." Bu günün hafta sonuna denk gelmiş olması beni rahatlatmıştı çünkü bu dolu kafayla birde hocaların çenesini çekebileceğimi sanmıyordum. Saçlarıyla oynamaya devam ederken başını boynuma gömdü ve kokumu derince içine çekti. Gülümsemem genişlerken, ayaklarım da en sonunda yer ile buluşmuştu. Uzanıp onun ve kendi telefonumu aldım. Odadan çıkarken, burnuma dolan kokulardan Balın ve Uğur'un da uyandığını anlamıştım.

Koltukta dizlerini kendine çekmiş bir halde oturan Balın'ın ağladığı şişmiş gözlerinden belliydi. Akay kendini onun yanına atıp konuşmaya başlarken, bende Uğur'un yanına gittim. Odaklandığı tavada patates kızartıyordu. Benim geldiğimi fark ederek bakışlarını bana çevirdi. "Naber?" dedi hafifçe gülümseyerek. Sıkıntılı olduğu belliydi. Ama mutlu gibiydi de. "İyiyim. Sen?" diye mırıldandım. Omuz silkti. Birkaç patatesi tabağa aldıktan sonra kollarını göğsünde birleştirmişti. "İyiyim sanırım." dedi. Bir nefes verdikten sonra tekrar bana baktı. "Baba olacak olmam güzel hissettirdi. Tabii bu henüz çok erken olduğunu ve annemlerin bu duruma kesinlikle karşı çıkacakları gerçeğini değiştirmiyor. Aynı zamanda Balın'ın ailesinin de öyle. Onlara bağlı olmamamız bir şans sanırım."

Ben babama her zaman bağlı bir çocuk olmuştum. Annem ile ise güzel bir ilişkimiz olduğu söylenemezdi. Uğur ise ikisine karşı da uzaktı. Bağlı değildi. Aile etkinliklerinde olurdu fakat kendini çoğu zaman bir adım geride tutardı. Emir de öyle. İkisinin de tek ayrıcalığı annemin iki oğluna olan sevgisi ve bağlılığıydı. Babam üçümüzü de ayırmasa da, annem pek öyle sayılmazdı. Üçümüz de anne ve babamıza son zamanlarda çok kızgındık. Bizi çok aksatıyorlardı, bunun farkındalardı. Umursamamaları da bir diğer ayrıntıydı elbet. Pek düşünmezlerdi. On dört yaşımdan beri ikisini de gördüğüm çok tek tük an vardı. Onun öncesi de çok kopuk kopuktu zaten.

Kötü bir hayatım yoktu. İkisinin de kötü insanlar olduğunu söyleyemezdim. Zamanında yaptıkları ebeveynlikleri hiçe de sayamazdım. Yine de onlara kırgındım. Sözde iş yüzünden burada değillerdi fakat bunun bahane olduğu barizdi. O ülke senin, bu ülke benim gezdiklerini biliyordum. Elbette ki gezmek onların da hakkıydı. Fakat yedimde yanımda olan anne ve babamın, on dördümde iğrenç bir ergenlikten geçerken de yanımda olmasını isterdim. On dört yaşında henüz güneş bile doğmadan kalkıp Emir'e kahvaltı hazırlamak ve sonrasında ev işlerini halletmek yerine, tüm bunları ergenler gibi anneme yakına yakına yapmak isterdim. Veya ilk ilişkimi anneme heyecanla anlatmak. Bu yüzden babamın omzunda ağlamak isterdim. Şu an yaptıklarımı yapmak, ama tam bir ergen gibi yapmak isterdim. Fakat bunun için onlara kızamazdım, çalışıyorlardı. Gezmeleri de bunun cabasıydı işte. Sadece kendileri için değil, bizim içinde çalışıyorlardı. Bu yüzden onlara bir şey diyecek değildim.

"Neye daldın?" dedi elini önümde şıklatırken. Başımı ona çevirdim ve hafifçe omuz silktim. "Boş ver." diye mırıldandım. Sonrasında "Size kızacak değilim. Ayrıca yeğenim olacağı için sevindim de. Sadece. Ona gerçekten iyi bir hayat verebileceğinize emin misiniz Uğur? Bunu sadece ihtiyaçlarını karşılayarak değil, ona ilgi göstererek de yapmalısınız. Sizin yetişemediğiniz yerde biz oluruz, fakat her zaman biz yetmeyiz. Bunun farkındasın değil mi? Demek istediğim, her şeyle başa çıkabileceğine emin misin?" diye ekledim. Gülümsedi. Kollarını boynuma dolarken saçlarım arasını öpmüştü. Onunla uzun süre sonra sarılmak iyi hissettirmişti. Sarılışına karşılık verdim. Birkaç saniye süren temasımız bitince beni cevapladı. "Halledeceğim güzelim. Sen merak etme." Gülümsedim. Başımı onaylar bir şekilde salladım. O kalan patatesleri de tabağa alırken bende Balın ve Akay'ın yanına ilerledim.

*

Elimdeki kitabın kapağından başımı kaldırdım. Yanımdaki Efe yalandan ağlamaya başlamıştı. Okuldaydım, son dersteydik ve hoca bizi boş bırakma kararı almıştı. Test çözmemiz konusunda net bir tavır takındığından dolayı herkes önüne test kitabı açmıştı. Arkamda oturan Miraç ve Kağan'ın konuştuklarını duyabiliyordum. İki derstir boş olduğumuzdan dolayı ben epey soru çözmüştüm. Efe başını kaldırıp saçı başı dağılmış bir halde bana döndü. "Sonunda bitirdin mi çalışmayı?" diye mırıldandı. Başımı onaylar bir şekilde salladım. Test kitabını kaldırıp çantama koyarken benimle konuşmaya başladı.

"Geçen onuncu sınıflardan bir kız yazdı bana. Konuşmak mı ne istemiş. Anlamadım bende. Bu günde teneffüste geldi yanıma. Ama görsen, arkadaşı üzerime ittirdi bildiğin yoksa gelmiyordu." Ona döndüm ve dizlerimi kendime çekerek oturmaya başladım. Bakışlarım bayıklaştı. "Onuncu sınıflardan bir kız senden hoşlanıyor yani. Doğru mu anladım?" Onaylar bir şekilde başını salladı. "Ama Alkım görmen lazım. Kız utanıyor, arkadaşlarının gazı olmasa yanıma gelmeyecek. Ne yapacağımı da bilemedim zaten. Kırmayayım diyeceğim ama. Nasıl anlatsam? On ikilerle konuşmaya çalışan dokuzuncu sınıflar gibi." İster istemez hafifçe kıkırdadım. Bu seneye başladığımızdan beri başımıza bela olanlar alt sınıflardı. Neredeyse herkese yürümüşlerdi, özellikle de dokuzlar fenaydı. Kağan ve Hakan bunları oldukça güzel idare ediyordu. Miraç hiç birini umursamıyordu. Efe ise hiç birini kırmamaya çalışsa da, kalplerini sike sike onları reddediyordu. En son dokuzlardan birinin abisi gelince, akıllanmış ve konuşmayı kesmişti. Bu kıza neden cevap verdiğini de anlayamamıştım. Orası ayrı.

Omuz silktim. "Sınava hazırlanmam lazım. Sevgili istemiyorum. Veya direkt gerçeği söyle. Kırmak istemiyorum ama benden yaşça küçükleri çekici bulmuyorum." Kaşları havalanırken ofladı. Arkadan Kağan onu dürterken sinsice sırıttı. "Oğlum boş versene. Konuşmaya devam et, sana da eğlence çıkar." Ona göz devirdim. Saçma sapan şeyler yapmaktan hoşlanıyordu. Bunun onu bir geri zekalı gibi gösterdiğini defalarca kez dile getirmemize rağmen vaz geçmiyordu. Bizde daha fazla uğraşmayı bırakmıştık. "Küçük kızları eğlence amacı kullanacak kadar salak değil bu çocuk. Hem sana mı sordu? Bana sordu. Özellikle de şu kızlar hakkında benim yanımda konuşma Kağan." dedim sinirli bir şekilde. Bozulmuş bir şekilde arkasına yaslanıp omuz silkti. Miraç sırıtmaya başladığında Efe de gülmüştü.

RestcafeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin