Güzel bir doğum günü ardından eve gelip yatağıma girmiştim. Emir'e böyle bir sürpriz hazırladığı için hem teşekkür etmiş, hem de oldukça fazla kızmıştım. Ben bir şey olduğunu zannederken, onun aslında böyle bir şey planladığını tahmin bile edememiştim. Yine de beni endişelendirip moralimi bozmuş olması hoş değildi. Bir şeyden de tamamen memnun ol Alkım. Okula gitmek için hazırlanırken, bir şeyin yere düşüp kırılma sesi ile bir anlığına korktum. Bu her ne ise, kesinlikle benim odamdan gelen bir şey değildi.
Ayaklanıp çantamı aldım. Cebime yerleştirdiğim telefon ile odamdan çıktım ve çantamı dış kapının kenarına bırakıp neyin düşüp kırıldığına bakmak için evde dolanmaya başladım. Bir bardak düşüp kırılmamıştı, çünkü mutfak bomboştu. Uğur bu gün özel olarak Balın ile kahvaltı yapmaya gitmişti. Emir her zamankinden daha erken çıkma kararı almıştı, bunun sebebini anlamamıştım. Uyandığımda evde olmadığı için sormamıştım, belki bir toplantıdadır diye arayamamıştım da. Uzun lafın kısası evde tek başımaydım. Eğer paranormal bir şeyse, ki bunların videolarını izlemekten bile hoşlanmazdım, korkudan evi terk edebilirdim. Oturma odasına da baktım, orada zaten düşse de, kırılabilecek herhangi bir şey yoktu.
Emir ve Uğur'un odasına da baktım. Orada da hiç bir şey yoktu. Son olarak bakışlarım tam odamın yanındaki annemlerin odasına kaydı. "Hadi bakalım. Korkunun ecele faydası yok Alkım." diye mırıldandım kendi kendime. Birkaç adım daha atarak ilerledim, kapıyı açtığımda beni önce karşılayan uçuşan perdeydi. Bu kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. İlerlediğimde yere düşüp ikiye ayrılan renkli cam kutuyu gördüm. Bu kutuyu birkaç kez görmüştüm, annem bunun ona özel bir anı kutusu olduğundan bahsetmişti. Açmamamız için özellikle kilitlediği, içinde ne olduğunu babamın bile bilmediği bir kutuydu.
Onu es geçerek pencereye yöneldim. Birisi camı açıp öylece bırakmıştı. Rüzgar fazlasıyla şiddetliydi. Camı bir şekilde kapattıktan sonra kutuyu toparlamak için eğildim. Etrafa fazla parçacık dağılmadığı için şanslıydım. Gözüme çarpan ilk şey ufak sert kapaklı defter olmuştu. Kaşlarım hafifçe çatıldı. Annemin günlük tuttuğunu bilmiyordum. Eğildim. Bir anı kutusundan daha çok fotoğraf kutusuna benziyordu. Anlamsızca fotoğraflarda göz gezdirdim. Hepsinin arkasında tarih yazıyordu. Önce elime gelen, göz aşinalığımın olduğu bir fotoğraftı. Fotoğraftakinin Emir olduğunu biliyordum. Sırtında çantası ile onun yanında diz çöken yirmili yaşlarındaki anneme sıkıca sarılmıştı. 2005 yılına ait bir fotoğraftı. Arkasında tarihi dışında Seni çok seviyorum, ilk göz ağrım yazan bir not vardı. Buna şaşırmamıştım. Annem, Emir ve Uğur'a benim aksime oldukça düşkün ve sevgi doluydu. Sonrasında elime gelen fotoğraf benim fotoğrafımdı. Genel olarak odamın gözüktüğü fakat ufak bir kısmında benim olduğum bir fotoğraf. Arka kısmını çevirdiğimde yirmi şubata, yani henüz beş günlük olduğum zamana ait bir fotoğraf olduğunu gördüm. Not ise, pek iç açıcı değildi.
Ablama zehir ettiğin dokuz ayı hayatında ödeyeceksin ufaklık. Ablamdan kendin için aldığın bir can burnundan fitil fitil gelecek. O aptal herif bir kız çocuğu olma fikrini bu kadar benimsemese seni kapımın önüne bile getirtmezdim. Baban seni bize emanet etmekle çok büyük bir yanlış yaptı.
Kaşlarımın derince çatılmasına, gözlerimin dolmasına engel olamadım. Ben değildim değil mi? Annemin bir notta nefretler kustuğu insan ben olamazdım. Tamam. Kabul ediyorum. Annem benden pek haz etmezdi, hatta pek hoşlanmazdı da. Özellikle de bu yazanlara bakarsak çok daha farklı anlamlar çıkabilirdi. Fakat öyle bir şey yoktu. Olamazdı da.
Kendimi tutup fotoğrafı kenara bıraktım. Elim bir türlü deftere gitmek bilmiyordu. Daha bir çok bunun gibi fotoğraf vardı. Kimisinin arkasında midemin bile kaldıramayacağı kadar berbat ve ağır notlar yazıyordu. Tüm fotoğraflara göz aşinalığım vardı. Onların ben olmadığımı anlayamayacak kadar aptal değildim. Fakat notların bana kusulan bir nefret olduğunu kabullenemeyecek kadar aptal olabilirdim. Kendimi zorladım. En sonunda parmaklarıma arasına defteri aldığımda, artık hüngür hüngür ağlıyordum.
İlk sayfasını açtım. Bir teyzem olduğunu ve benim doğduğum yıl vefat ettiğinden haberdardım. Karnındaki bebek ile öldüğünden bahsetmişlerdi. Açtığım gibi sayfanın üzerine bantlanmış, üzerinde italik bir yazıyla ismin yazan bir künye beni karşıladı. Yutkundum. Altındaki fotoğrafta teyzem olduğunu tahmin ettiğim bir kadın, kucağında bir bebekle hastane yatağındaydı. Yanındakinin annem olduğunu biliyordum, ağlamaktan gözleri şişmişti. Teyzemin diğer tarafındaki adam onu bir koluyla sarmalarken diğer kolunda Uğur'u tutuyordu. Annemin yanındaki babam ise Emir'i. Fotoğraf doğduğum güne aitti. Defterin başlangıcı da öyle.
15 Şubat 2004
Ablam ölmedi. Onu doğurur doğurmaz öleceğini söyleyen aptal doktorlar haksız çıktı. Yeğenim doğdu, ablam ölmedi. Ona ismini bir mutlulukla babası verdi. Alkım. Gökkuşağı demekmiş. Hayatımı renklendirdi diyerek bu ismi koymuş ona. Ablamın birkaç gün daha hastanede kalıp kontrolden geçeceğini biliyorum. Şu an oldukça bitkin gözüküyor, toparlanacağını söylüyor. Fakat birkaç saatlik uykusu oldukça derindi. Kızını çok kez koklayarak öptü. O doğduğu ve onu gördüğü için mutlu olduğunu, bu saatten sonra ölse de huzurlu öleceğini söyledi. Ona bu lafı yüzünden oldukça kızsam da, söz verdirtti. Eğer ona herhangi bir şey olursa kızına bakacağım hakkında. İstemeye istemeye söz verdim. Fakat o ölmeyecek. Son günlerdeki tek duam bu.
16 Şubat 2004
Ablam öldü.
17 Şubat 2004
O katilin babası beş parasız. Ablasına söz verdiğimi, geri döneceğini söyleyerek kızını bize bırakarak çekip gitti. Ondan da kucağımda evime getirmek zorunda olduğum, sürekli ağlayıp duran aptal bebekten de nefret ediyorum. Ona hayatı zehir etmez isem benim de adım Müge değil. O benim ablamı öldürdü. Yaşadığı her an onun için zehir olacak.
18 Şubat 2004
Attila şerefsizini her yerden engelledim. Özel olarak Oktay'a bir bahane buldurdum ve numaralarımızı değiştirttim. Yakında bu evden de taşınacağız. Çocuğunun yüzünü göremeyeceği gibi, bu katile de yaşamını zehir edeceğim. İkisi de benden her şeyimi aldı. Eğer o aptal bir çocuk isteyip durmasaydı ablam onu asla doğurmazdı. Eğer o doğmasaydı ablam ölmezdi. Allah ikisinin de belasını versin.
Son okuduğum cümle bunlar olmuştu. Allah ikisinin de belasını versin. Artık annem olmadığını öğrendiğim kadının henüz doğmamış, hiç bir şeyden haberi olmayan benimle ne alıp veremediği olmuştu bilmiyordum. Ben seçmemiştim. Ne doğmayı, ne de annemin ölmesine sebep olmayı ben tercih etmemiştim. Neden beni suçluyordu? Babam. Annem benim yüzümden öldü diye mi gitmişti? Gözümdeki yaşları silerek ayaklandım. Yapacak bir şey bulamıyordum. Defteri alarak ayaklandım. Fotoğrafları toplayıp bir kenara kaldırdıktan sonra odadan çıktım. Defteri çantama attım. Elimi yüzümü yıkayarak biraz daha kendime gelmeye çalıştım. Önce kendi kafamda her şeyi oturtmak istiyordum. Birisine anlatma kısmını sonraya bırakabilirdim.
Eve geldiğim tarih on yedi şubattı. İki bin dört. Emir'in yaşının altı olduğu da bir gerçekti. Tek umudum Emir'in bir çocuk olduğu için bunun farkında bile olmamış olmasıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Restcafe
Teen Fiction"Yazmaman gerektiğini düşünüyorum hala." "Ben yazmak istiyorum." dedim emin bir şekilde. Omuz silkti. "Madem öyle." Mesajlaşma uygulamasına girdiğini anlamam zor olmamıştı. Birkaç bir şey yazdı ve bana sormadan gönderdi. "Afili bir başlangıç olsun...