"Anlayabiliyorum." diye mırıldandım. "Sanırım." diye eklemeyi de unutmadım. Dolu gözleri hafifçe kısıldı ve dudakları kıvrıldı. Güldüğünde gözleri neredeyse kayboluyordu, buruk bir gülümseme olsa bile. Biyolojik olarak benim babamdı. Fakat onu baba olarak benimseyebileceğimi zannetmiyordum. "Beni baban olarak görmeyebilirsin." derken zorlanmıştı. "Ama bir yabancı gibi olmak istemiyorum. Yoldan geçerken gördüğün o insanlardan birisi olmak istemiyorum. Sen benim kızımsın. Mine'den kalan son şeysin." Gözlerindeki belirgin kırgınlık canımı yaktı, yıllarca anne dediğim kadından daha da nefret ettim. Ablasının acısını bizden çıkarmasından, beni böyle bir adamdan uzak tutmasından nefret ettim. On sekiz yıllık yaşantımdan nefret ettim. Öyle kırgın duruyordu ki, kollarımı ona dolamak istedim. Ama kendimi bu isteğimden alı koymak için zorladım. "Görüşebiliriz." dedim sakince. "Amacım sizden uzak kalmak değil. Sadece. Evet. Sizi bir baba figürü olarak göremem, görmek için çabalasam bunu ne kadar başarırım bilmiyorum ama kendimi tanıyorum, bunu yapamam."
Ona görüşebileceğimizi söylediğim an parıldadı gözleri. Ardından öne çıktı ve kucağımda tuttuğum ellerimi, avuç içlerine aldı. "Alkım," dedi heyecanla. "Oktay'ın sana nasıl babalık yaptığını biliyorum. Onu baban bilirken, o sana mükemmel bir baba figürü olmuşken, yerini almak değil amacım. Sadece çocukken yanında olamadım, ama şimdi yanında olmak istiyorum. Bazen kahvaltılarda, bazen akşam yemeklerinde, yaş gününde, kalan tüm özel günlerde, üzüldüğünde veya sevindiğinde. Varlığımı unutacağın kadar sessiz olurum belki, ben sadece uzaktan seni izleyebileceğim bir yerde beklerim. Bana özel vakit ayırmana gerek yok. Seni görmem, göz göze gelmem, bana vereceğin bir baş selamı bile çok önemli benim için. Fazlasını istemiyorum."
Gözlerim, tüm bunlardan mahrum kalmış adamın yüzünde dolaştı. Onun çocuğuydum ama ilk adımımda beni görememişti, ilk kelimemi duymamış, bana hiç sarılmamıştı. Bunları onun yerine Oktay'ın yaşamış olmasını umursamıyordu bile, geçmişi umursamıyordu. Sadece kalanına bakıyordu, beni göreceği kısacık vakitlerle yetinmek istiyordu. Bu isteği kalbimi acıttı. "İsteyebilirsiniz." dedim sakince. "Bunu hak edersiniz. Evet sizi babam yerine koyamam, bunun için özür dilerim. Ama bu demek değil ki sizin varlığınızı unutacağım, veya size özel vakit ayırmayacağım." Genişçe gülümsedim. "Siz benim babamsınız. Bunlardan yeterince mahrum kalmışken, nasıl bencillik yapabilirim?" Gözleri her kelimemde an ve an dolduğunda, koskoca adamın ağladığını görmek bir anlığına beni afallattı. Gözünden akan yaşları titreyen elleriyle silerken, zar zor konuştu. "Annenin ruhunu taşıyorsun sanki." dedi titreyen sesiyle. "Ben bir Mine'de, birde şimdi sende görüyorum bu güzellikte bir kalbi. Özür dilerim Alkım, ne olursa olsun seni bırakıp gitmemeliydim."
Kollarını bana doladığında, ne yapacağım hakkında tereddüt etmeden sarılışına karşılık verdim. Bu kadar çabuk bunları kabullenmiş olmasına şaşırmıştım. Belki de buraya kendini hazırlayıp gelmişti. Bilemiyordum. Beni bırakıp gittiği için ona kızamıyorum, çünkü buna hakkım olduğunu düşünmüyordum. Beni temelli bırakıp gitmeyi düşünmemişti nasılsa, durumunu düzeltip tekrar yanına alacakken annem sandığım o kadın, beni ondan saklamıştı. Ayrıldığımızda, cebinden çıkardığı bir kartviziti bana doğru uzattı. "Beni istediğin zaman ara, illa bir sebebi olmasına gerek yok. Sana her zaman müsait olurum." dedi. Sesindeki hüznü ve heyecanı aynı anda hissedebiliyordum. Uzandım ve elindeki kartı aldım. Başımı onaylar bir şekilde sallamıştım.
Attila Özkaya
Başımı kaldırıp ona baktığımda, gözlerindeki parlaklık görülmeye değerdi. Gülümsemem genişledi. Ona ne diye sesleneceğim konusunda emin değildim. Baba diyemezdim, amca desem çok abes kaçar gibiydi. Abi mi demeliydim? Emin olamıyordum. "Seni getiren çocuk," dediğinde ayrıldım düşüncelerimden. "Sevgilin miydi?" diye sordu. Tereddüt etmeden, başımı onaylar bir şekilde salladım. Kaşları havalanırken yerinde kıpırdandı. "Büyük gibi duruyor." dediğinde, yine onu onayladım.
"Büyük." dedim sakince. "Emir'in arkadaşı. Aramızda üç yaş var. Problem etmeyi geçin, konuşmadık bile bunu. Birbirimizi seviyoruz, bana yanlış bir hareketi olmadı, bir an üzmedi bile." Bunu duyduğunda, daha da rahatlamış gibi duruyordu. Gülümsemesi yüzüne geri yerleşirken, kaşları eski halini aldı. Aklıma gelen bir düşünce ile, rahatsızca yerimde kıpırdandım. "Annem," dedim bir anda. İçime dolan sıkıntının tarifi yoktu. "Onun ölümüne sebep oldum." Gözlerimi gözlerinden kaçırdım. "Bunun için bana kızgın mısın?" Belki benim yüzümden değildi ama buna sebep olan bendim. Onun kararıydı ama o yazılardan sonra bunun psikolojisinden çıkmak zordu. Çenemde parmaklarını hissettim, başımı hafifçe çevirip ona bakmamı sağladı. Çekingen bir tavırla baktım ona. "Annen ölme ihtimali yüksek olmasına rağmen seni doğurmayı tercih etti." dedi. "Onu vaz geçirmeye çalıştık, ama tercihi buydu." Sesindeki burukluk, canımı daha da yaktı. Ona çok aşık gibiydi. Annemi tanımak isterdim, en azından bir anımız olsun isterdim. Fakat elle tutulur bir fotoğrafımız bile yoktu. Anneme o kadar aşık duruyordu ki, onlarla büyümek istedim bir an. Fakat imkansızdı. "Böyle olsun istemezdim, ama kaderimiz böyle yazılmış. Belki başka bir evrende güzel bir aileyizdir." dedim dolu gözlerle.
Gülümsedi. Koca bir gülümsemeyle bana bakarken, gözümden akan bir damla yaşı sildi. "Güzelim benim." dedi sıkıca sarıldığında. Saçlarım üzerini öptü. Hissettiğim koca şefkat beni rahatlattı. Gözlerimden akan yaşlara engel olamıyordum. "Annen arkasında böyle birini bıraktığını bilse, eminim gurur duyardı. Çok güzel bir kalbin var."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Restcafe
Teen Fiction"Yazmaman gerektiğini düşünüyorum hala." "Ben yazmak istiyorum." dedim emin bir şekilde. Omuz silkti. "Madem öyle." Mesajlaşma uygulamasına girdiğini anlamam zor olmamıştı. Birkaç bir şey yazdı ve bana sormadan gönderdi. "Afili bir başlangıç olsun...