twenty nine: inside job

517 38 4
                                    

Genç büyücünün içi acıyordu. Bilinmezliğin bu denli kötü olduğunu yeni yeni fark ediyordu.

Sanki gözünün önünde bir kum saati vardı ve gözünü kapattığı anda biri onu çalmıştı. Ne kadar kum kaldığını bilmiyordu, biri onu düşürüp parçalamış mıydı haberi bile yoktu. Tek bildiği onu görmek için ölebileceğiydi. Onun iyi olduğunu gördükten sonra hiçbir şeyin önemi yoktu. Onu çok kez kurtarmıştı ve bu sonuncusu olsun istiyordu.

Genç cadının yüzüne onun yitip gittiğini, ölümle her an burun buruna olduğunu düşünmeden bakmak istiyordu açıkçası. Ona her baktığında onu ne kadar sevdiğini görmesinin yanında aklından bin bir türlü kötü senaryo geçiyordu.

Artık ona baktığında sadece onu ve güzelliğini görmek istiyordu.

"Kilise bu." dedi Ron "Abimin gönderdiği resimdekinin aynısı."

"Plan ne?"

"Draco Hermione'yi bulması için Patronus büyüsü yapacak ve patronusunu takip edecek. Bundan hemen önce bizim oraya girmemiz gerekiyor ki dikkatlerini dağıtabilelim."

"Draco tek mi gidecek?"

"Sorun değil. Hallederim." dedi sarışın büyücü "Asıl sizin dikkat etmeniz gerek. Gizlilikten ötürü Hermione'nin yanında çok kişi olduğunu düşünmüyorum."

"Üç tane bile olsa, üçünü de haklayabilir misin?"

"Hermione'yi gördüğüm anda bırak üç kişiyi, bir ordu gelse umrumda olmaz. Hermione illa ölecekse de benimle ölecek."

Bunun üstüne derin bir sessizlik oldu fakat kızıl cadı önce Draco Malfoy'a sarıldı sonra da diğerlerini kendisine çekip bir sevgi yumağı oluşturdu.

"Hepinizi seviyorum. Bugün ölmek yok, hiçbirimize. Kaybettiklerimizin intikamını alıp Hermione ile birlikte buradan yürüyerek çıkacağız."

"Bence birisi de Profesör'e bakmalı. Onu da burada tutuyor olmalılar, değil mi?"

"Kilisenin içinde çok az kişi olmaz mıyız o zaman?"

"O zaman belki de bodoslama dalmamalıyız." dedi Luna "Kiliseye gizlice girelim, sinsice öldürmeye başlayalım. Bizi fark ettiklerinde de toplanalım."

"Tamamdır." dedi Ron Weasley "Hadi başlayalım."

Diğerleri Harry'i takip ederken Draco Malfoy pek rahat değildi.

Patronus büyüsü yapmaya pek ihtiyaç duymamıştı. Nasıl yapıldığını biliyordu ama zamanında ona 'en mutlu anlarını düşünüp asanı salla' dendiğinde gülüp geçmişti.

Hermione ve Ginny'nin ormanda mahsur kaldıkları gün Ginny'nin patronusunun onları bulması Draco'yu hem şaşırtmış hem de ilham vermişti. Daha sonra bir gece arka bahçesinde bunu denemişti, peş peşe başarısız olsa da en sonunda başarmıştı.

İhtişamlı bir şey beklese de ortaya ufacık bir patronus çıkmıştı. Ortaya çıkan şey 'şirin' sayılabileceği için kimseye bahsetmemişti.

Ufacık, lanet bir ejderha yavrusu gökyüzünde kanatlarını çırpmaya başlayınca hemen eve geri girmişti.

Ama o an mutluydu, Hermione'nin yanında nefes aldığını duyabiliyordu. Onu öptükten sonra mutlu anılar düşünmek hiç zor olmamıştı. Şimdi yapması gereken tüm hislerini bir kenara bırakmaktı. Ama bu öfke ve çaresizlik hissini içinden başka nereye atabilirdi ki?

Gözlerini kapattı ve trendeki hallerini düşündü. Hermione'nin çatık kaşlarına düşen güneşin yavaşça yüzünü yumuşatmasını ve ardından gülümseyerek nefes almadan konuşmasını hatırlıyordu. O günün tek bir anından sıkılmamıştı, kaşı patladığı için Hermione onun kaşını dikerken bile.

Wounds // DramioneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin