Sunghoon sonunda görüş açıma girdiğinde ona gözlerimden ateş çıkarcasına bakıyordum. Beklememi söylediğine iki üç dakika içinde yanımda biteceğini ummuştum ama yaklaşık yirmi dakika boyunca buz pistinin orada öyle amaçsızca dolanmıştım.
"Sonunda teşrif edebildiniz, beyefendi!"
"Az önce gördüğüm rezalet neydi, Haerin?"
Onun benden daha kızgın olduğunu fark ettiğimde samimiyetten uzak bir şekilde kıkırdadım ve onu anlamazlıktan geldim.
"Çok kötü kayıyorum, öyle değil mi?"
"Bahsettiğim rezalet o değildi-"
"Yani kaymam da mı rezaletti?"
"Öyle bir şey demedim, konuyu saptırma. Jiho'yla ne işin vardı?"
"Hm, bariz değil mi? Kaydık işte."
"Herhangi bir insanla buz pateni yapamazsın, profesyonel olmadığı sürece sevdiklerinle yapacağın bir aktivite olmalı."
"Jiho herhangi bir insan değil. Ayrıca benimle kayacak kimsem yoktu. Bilmiş bilmiş konuşacağına biraz beni düşünseydin bana nasıl destek olman gerektiğini bilirdin. Bana birilerinden uzak durmamı söyleyerek beni korumuş olmuyorsun. Gerçekten beni düşünüyorsan ne istediğime önem ver. Ben senin isteklerini yapan bir kukla değilim."
Kendimden beklenmeyecek kadar uzun bir konuşma yapmıştım, söylediklerim tamamen içimden geçenlerdi. Dediklerim karşısında Sunghoon kafasını hafifçe sağa sola salladı.
"Her dediğimi yap demiyorum ama o çocuktan uzak durmalısın, göründüğü gibi biri değil-"
"Sanki sen göründüğün gibisin!"
Sözünü kestiğimde hemen kaşlarını çattı. Dediklerimi idrak ettiğinde ise kaşları daha çok çatıldı.
"Ne demek istedin, Haerin?"
Aslında ne dediğim gayet açıktı. Sunghoon dışarıdan göründüğü gibi normal bir lise öğrencisi değildi. Kendisini en iyi o tanırdı, yine de söylememe gerek var mıydı?
"Sen sadece takıntıları olan sorunlu birisin."
Ciddi suratı değişmezken nefes alış verişlerinin hızlandığını görebiliyordum. Birazdan da kendini savunmaya başlayacaktı, haksız değilmiş gibi bana kafa tutacaktı.
"Senin iyiliğini istiyorum, yanlış yorumluyorsun."
"Kafama vurup beni bayıltırken, beni kıyıda köşede bulanan bir evde bağlarken ve beni haberim olmadan sarhoş ederken de mi iyiliğimi düşünüyordun?"
"Evet! Öyleymiş gibi görünmüyor olabilir ama sana karşı hiçbir art niyetim yok, bunu artık anlamış olman lazım-"
Evet mi? Dalga geçiyor olmalısın!
"Anlamıyorum, Sunghoon! Sadece beni rahat bırakmanı istiyorum. Zaten yeterince şeyle uğraşıyorum bir de senin 'iyiliğimi düşünmene' vakit ayıramam. Senden hiçbir şeyde yardım istemiyorum, seninle tanışmak bile istememiştim. Ne halt etmeye kafayı bana taktın anlamıyorum zaten, sadece beni yalnız bırak! Hayatıma müdahil olmanı istemiyorum, hatta seni görmek bile istemiyorum!"
Histerik bir şekilde içimi döktüğümde Sunghoon hiçbir şey dememişti. Ne sözümü kesmişti ne de bana bir cevap vermişti. Sadece yüzünden hayal kırıklığına benzer bir surat ifadesi okunuyordu ve gözlerini yere dikmişti.
"Bir şey söylemeyecek misin?"
"İstediğin buysa..."
Merakla kaşlarımı kaldırdım, diyeceklerinin devamını merak ediyordum ama gerisi gelmedi. Yere bakmayı bırakıp benimle göz göze geldi, hafifçe gülümsedi ve arkasını dönüp gitti.
Bu ne anlama geliyordu pek bir fikrim yoktu. İstediğin buysa demişti, o zaman beni rahat mı bırakacaktı? Bu kadar kolay mıydı? Peki o gülümseme neydi, veda gülümsemesi miydi yoksa çok daha farklı bir anlamı mı vardı? Hiçbir şey demeden gitmişti ama oldukça rahatlamıştım.
Umarım, bu onunla son görüşmemiz olmuştur.
***
"Neredesiniz, anne?"
Abim olacak zibidi yüzünden eve gidemiyorduk, işin kötüsü sebebini de bilmiyordum. Ebeveynlerimize acil haşere ilaçlaması demişti ama bunun bir yalan olduğu barizdi. O adamlar kimin nesiyse gelirken yanlarında bela getirdikleri de ortadaydı.
"Evdeyiz."
"Ne? Adamlar- yani şey ilaçlama... Olmayacak mıydı?"
"Ah, o mu? Abin yanlış anlamış, bir sorun yokmuş, eve gelebilirsin tatlım."
O adamlar büyük bir sorun değiller miymiş? Galiba abim durumu halletmiş, umarım...
"Tamam, geliyorum. Görüşürüz!"
"Tamam, canım."
Evde olduklarına göre bir sıkıntı olmamalı, gönül rahatlığıyla gidebilirim. İlk fırsatta da neler olduğunu Seonho'dan öğrenmem lazım. Başı beladaysa sonuçları bizi de bulabilir, anneme ya da bana bir şey olmasını istemiyorum.
Otobüste son birkaç durağım kalmışken yine bir arama aldım. Bugünlerde hiç olmadığı kadar telefonum çalıyordu, buna alışık değildim.
Arayan Jiho'ydu. Ayrılalı bir saat bile olmamıştı, neden arıyordu merak ettim.
"Efendim?"
Karşı taraftan bir cevap almak için beklemeye başladım. Normalden uzun bir süre geçmesine rağmen Jiho konuşmayınca bir şeyler demek için dudaklarımı araladım ama sonunda ses gelince dudaklarımı birbirine geri bastırdım.
"Haerin-shi~"
Sunghoon'un sesini duyduğumda kafam karıştı ve kaşlarımı çattım. Sunghoon yazısını Jiho olarak okumuş olabilir miydim? Hızla telefonu kulağımdan çekip ekrandaki isme baktım.
Jiho yazıyordu.
Kanımda yükselen adrenalinle telefonu kulağıma geri götürdüm. Jiho'nun sesini yanlış algılamış olmalıydım, öyle olmak zorundaydı.
"Jiho?!"
"I-ıh. Yanlış cevap."
Yanılmamışım, bu kesinlikle Sunghoon. Peki nasıl oluyor da beni Jiho'nun telefonundan arayabiliyor?
Yoksa... Ama o kadar kısa sürede mi?!
"Sunghoon... Sen ne yaptın?.."
Alacağım cevaptan hoşlanmayacağımı biliyordum ama yine de umursamazlık edemezdim. Jiho'nun başına bir şey geldiyse suçlusu benim demektir. En son dediklerimle Sunghoon'u rencide ettiğimden eminim, o da bunun sonucunda Jiho'ya çatmış olmalı. Zavallı çocuk...
"Neden gelip kendin öğrenmiyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Docile Damozel
FanfictionKendi hayatınızı yönetemediğinizde etrafınız onu kullanmak isteyenlerle çevrilir.