Ne zaman akşam olduğunu anlamamıştım bile. Her günüm bir öncekinden daha hızlı geçiyordu. Öyle ki; süt annelik görevimi iki haftadır ihya etmeye çalışırken valizimdeki eşyaları dolabıma yerleştirememiştim bile.
Süt kızım Dolunay'ın en uzun uyuduğu bu yarım saatlik zaman diliminde yan odaya geçerek sessizce eşyalarımı dolabıma yerleştiriyordum. Bu sırada diğer odadan gelen ağlama sesiyle birlikte eşyalarımı ortada bırakıp Dolunay'ın yanına koştum. Uyuduğu uzun uykuların bugün süresi iyice kısalmıştı.
"Geldim ipek kızım. Geldim. Gel bakalım." Bacaklarını karnına doğru çekerek ağlamaya devam etti Dolunay.
Buraya geldiğim günden beri ağlaması hiç kesilmemişti. Gerçi Kiraz teyze onun hep öyle olduğunu söyleyerek beni teselli etse de artık hiçbir şeyimin ona iyi gelmediğini düşünüyordum.
Anne sütüne alışana kadar mamadan dolayı barsak problemleri olabilir demişti dün doktor bir arkadaşım. Yine de böyle hiçbir şey yapmadan sancısının geçmesini beklemek kendimi çok çaresiz hissettiriyordu.
Kucağıma alıp onu sakinleştirmeye çalıştım, emzirmeyi denedim, pışpışladım, dans ettim, şarkı söyledim, beyaz gürültünün her türlü çeşidini denedim ama olmuyordu. Her defasında daha fazla feryat etmeye başlıyordu.
Uykusuz, çaresiz ve yorgundum. O ağladıkça ben de onunla birlikte ağlıyordum artık. Yardıma ihtiyacım vardı fakat tek başına olmak zorundaymışım gibi yalnız bırakılıyordum. Gündüz Kiraz teyze ve Lütfiye teyze az da olsa bana yardım ediyordu ama gece onlar olmadığından Dolunay'ı idare etmek daha da zorlaşıyordu.
Yine de bugün diğer günlerden çok daha çetin geçiyordu. Neredeyse yirmi iki saattir emiyor, emerken uyuyakalıyor, yatağına koyduğumda gözlerini açıp feryat ediyordu ve bu kısır döngü her defasında yeniden başlıyordu.
Birazdan bir fırtına kopacakmış gibi içim ürperdi, gelecek tehlikeyi hissediyordum. Bu kadar yalnızlıkta ermiş olmamam tuhaf olurdu zaten. Süt annelik de annelik kadar zormuş meğer.
O sırada odanın kapısı çat diye açıldı. Kalbim korkuyla atarken yerimde zıplayıp yorgun gözlerle ona baktım. Buraya geldiğimden beri onu hiç görmemiştim.
Yardım edeceğini düşünüp seviniyordum fakat bu sevincim anında kursağımda kaldı. Cesur öfkeyle yanıma gelip saçlarımdan tuttu.
"Eğer bu çocuk bir gün daha ağlarsa kendini kapının önünde bulursun."
"Ah! Saçımı bırak!" Ağlamaya başladım. Duygusal olarak, bedensel ve zihinsel olarak yorgunluğum yetmiyormuş gibi bir de psikolojik olarak sınanıyordum.
Sertçe kafamı öne iterek saçımı bıraktı. Dolunay bir yandan ağlıyor, ben bir yandan ağlıyordum. O ise tepemde bana bağırmaya devam ediyordu. Tam bir kaosun içindeydik.
"Çık git odadan!" diye bağırdım sonunda. "Sana ihtiyacım olsa zaten çağırırdım. Buraya gelip hiçbir şeye yardımcı olmadığın gibi bana kendimi daha kötü hissettirmekten başka bir işe de yaramıyorsun." Bedenim sinirden zangır zangır titriyordu.
Gözlerini dibime kadar soktu. "Benimle böyle konuşamazsın! Kovuldun! Anlıyor musun? Ko-vul-dun!"
Dolabın üzerindeki her şeyi yere atıp odanın kapısını sertçe kapattı. Duvardaki birkaç tablo bununla birlikte hızla yere düştü. Kırılan çerçevelerin şangırtısıyla bebeğin üzerine kapaklandım.
O sırada güçlü bir ses geldi Dolunay'ın poposundan ve rahatlamış bir halde gülerek bana baktı.
Ağlamalarım gülmeye döndü o an. Burnumu çekip boynundan öptüm.
"Aferin kızıma, aferin." Ağlarken onunla ilgilenmeye devam ettim.
"Şimdi seni temizleyelim mi? Hadi bakalım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Görevimiz Mutluluk
RomanceBebeğini kaybeden acılı bir anne ve bebeğine süt anne arayan terk edilmiş bir babanın aşk ve ihanetlerle çevrelenmiş sıra dışı sürprizlerle dolu hayat hikayesi. "Hiçbir şey göründüğü gibi değildir." Keyifli okumalar...