bir

4.3K 231 195
                                    

sigaramı tutuşturdum çakmağımın ateşi ile. “mayıs, mayıs.” hyunjin'e çevirdim gözlerimi, aynı yine. bu ay ona iyi gelmiyor. sanki, bana çok iyi geliyor da. “evine git.” sigaramın dumanını üfledim havaya. “o’na gideyim yani, benim evim orası.”

“siktir git nereye gidersen git.” kendi dertlerini çok büyüten hyunjin, canımı kanımı yok sayıp ben acı çekmiyorum sanıyor, hep yapıyor. “peki, hyung.” yol aldı.

üzülmüyor değilim. kalpsiz de değilim. onun için ona katlanıyorum, biliyor. yine de nazını çekmemi bekliyor benden.

bir daha içime çektim sigaramı, havaya üfledim.

bir duvar kenarına ihtiyacım var, rahat rahat sigaramı içebileceğim bir duvarın kenarına.

bir bar tabelası gözümü alıyor, tabelada kocaman harflerle “summer nights.” yazıyor, yaz akşamları.

burayı bilmiyor değilim, içine de girdim çok kez, içtim de içtim, hatta ilk haftaları o kadar çok içmeye geliyordum ki, barmen kadın durmamı söyleyip vermiyordu bazen içkimi.

belki arka taraflarda bir yerler vardır, ona sorabilirim diyerek içeri giriyorum. buraya kaç aydır gelmiyorum, bilinmez. belki de lalisa beni tanımayacak bile ama umrumda değil, sorumu sorar, giderim.

bar taburesine oturuyorum, sigaramı önümdeki küllüğe bastırdım. belki bir şeyler içerim.

gözlerim lalisa'yı arıyor, görünürde bulamıyorum onu, önümdeki barmene soruyorum o yüzden. “lalisa yok mu?” barmen etrafına bakınıp barın karşı tarafını gösteriyor. “teşekkür ederim.”

barın karşı tarafına geçip oturuyorum. lalisa bir müşteriye içkisini verirken beni görüyor, saçlarını değiştirmiş. en son gördüğümde, sarı, orta boylarda olan saçları artık kısa ve siyahlar. yakışmış.

ellerini bara yaslıyor ve eğiliyor. “n'aber?” bi’ bilsem keşke bende, nasıl olduğumu. “iyi diyip seni geçiştireceğim.” kafasını salladı. “neredeyse bir yıl oldu. seni bir kaç kere kapının önünde gördüm ama içeri girmedin.” girmedim. gereksiz para harcamaktan kaçınırım. “yine mi gelip sızmamı izlemek istedin?” omuz silkti. “aksine, girmemene sevindim.” bende.

“bir bardak bira versene bana.” şaşırdı. “hm, genelde viski içersin. sarhoş olmaya gelmedin mi?” omuz silktim. “hayır.” biramı hazırlarken sorularını sormaya devam etti. “niye geldin, o halde?”
“sigaramı rahatça içebileceğim bir duvar kenarı lazımdı, sen bilirsin diye düşündüm.” güldü. “sigara içtiğimi nerden biliyorsun?” cebinde paketi var ama bu soruyu soruyor. “cebinde sigara paketin eksik olmuyordu.” ekledim. “ayrıca jisoo sürekli gelip, 'içme artık.' diye yakınıyordu sana.” kafasını salladı, jisoo dememe üzülmüş gibi.

"şu kapı,” eliyle farklı bir çıkış kapısını gösterdi. “o kapıdan çık, bir duvar kenarı var orada, içersin.” başımı salladım. jisoo ile ayrıldılar mı acaba? “n'oldu?” biramı önüme koydu. “ayrıldık, o ayrıldı yani.” neden diye sormadım, bir gün sonra umursamayacağım şeyleri irgelemenin anlamı yok.

biramı içerken arkada çalan şarkıya başımla ritim tutuyordum. “ha bu arada.” gözlerimi lalisa'ya çevirdim. “birisi nasıl oraya girdiğini sorarsa arkadaşım olduğunu söyle, çalışanlar giriyor genelde oraya.” başımı salladım.

lalisa bakışlarını yine baktığı yere çevirdi, dizini hızlı hızlı sallıyordu, gerginlik belirtisi. “nereye bakıyorsun öyle?” iç çekti. o iç çekince bende bakışlarımı baktığı yere çevirdim. jisoo oradaydı, yanında da bir çocuk vardı. “burada çalıştığımı bile bile.” bakışlarımı çektim jisoo'dan, biramdan bir yudum daha aldım. “amacı seni kıskandırmaktır belki.” güldü lalisa. “yapma minho, kaç yaşında kadın jisoo.” jisoo ile lalisa'nın arasında iki yaş olsa da, ben jisoo’nun çocukca hareketler yapabileceğini, lalisa’nın yapmayacağını düşünüyorum. belki de sadece yargılıyorum, bana ne zaten.

biram bitti. cebimden parayı çıkarıp barın üstüne koydum, bazen lalisa'ya vermeyi unuttuğum bile oluyordu ama bana hiç hatırlatmamıştı. beni neden sevdiği ve açıklarımı kapattığı hakkımda bir fikrim yok, hakettiğimi falan da düşünmüyorum. “görüşürüz lalisa.” diyiveriyorum, kafasını sallayıp başka bir müşteriye dönüyor.

söylediği kapıya ilerliyorum, bin tane yiyişen insanın arasından geçmem gerekiyor.

sinir olduğum şey asla sevişmek olmadı. sinir olduğum şey, iki aşık insanın, tenlerine dokunuşlarının bu kadar değersiz bir eğlence görülmesi oldu hep. bu yüzden yargıladım onları. sevişmek aşkla yapılmalıdır.

neyse ne.

“acil çıkış.” yazan kapıyı itiyorum elimle ve bir yangın merdiveni ile karşılaşıyorum. çok uzun değil, daha da yukarılara uzanıyor, eski bir merdiven, paslanmış, boyamamışlar bile. oysaki barın içine, binler yatırılmış, unutulmuş burası, pek bir değersiz kılınmış.

merdivenlerden dikkatlice iniyorum, bir sene önce böyle yapmazdım. sözleri değerli.

duvarın kenarında duran birisi var, bu sıcakta siyah sweat'i ile duruyor, belki ona göre serindir, bilemem. duvar çok büyük değil, bende hemen yanına geçip sigaramı yakıyorum.

“çalışan mısın?” sigaramı çekerken başımı sallıyorum sağa sola. “değilim.” aslında boş yere uzatıyorum. “n'apıyorsun burada o zaman?” gülümsedim. “sen n'apıyorsun?” o da güldü. “en az beş aydır buradayım, kaçak sayılmam, lalisa yakın arkadaşım.”
“lalisa'nın yakın arkadaşı değilim ama, onun sayesinde buradayım.” başını salladı.

sigarasını çıkardı benim gibi, sonra da bir çakmak. sigarasını dudaklarının arasına koyup çakmağı yakmaya çalıştı, yanmadı. bir kere daha denedi, yine yanmadı. çok kez denedi öyle. cebimdeki çakmağı çıkarıp ateşini yaktım ve sigarasına dokundurdum çakmağı. ben bu hareketi yaparken, beni incelediğini biliyordum. sigaramı içmeye geri koyuldum.

“sağol.” gözlerimi çevirdim ona. “önemli değil.”

bir beş dakika falan sustu, sonra yine soru sordu. belli ki muhabbet etmeye çalışıyor.

“sık geliyor musun buraya?” başımı sağa sola salladım. “gelmiyorum.” kaşlarını kaldırdı. “lalisa ile burdan tanışmıyorsun o zaman.” kendinden çok emin, garip. “hayır, burada tanıştık.” şaşırttı onu. “bir kaç kere çok krize girdim, belki bana acıyordur.”

güldü. “lalisa'nın hiç birisine acıdığını görmedim, seninle arkadaş olmak istemiştir.” belki de öyledir, ben lalisa'yı tanımıyorum, lalisa'da beni tanımıyor. kaç kez “sorun ne?” demiştir bana, söylemedim. kimsenin bana acımasını istemem.

“müzik yapıyorum.” sormuyorum bir şey, gerçekten de muhabbet etmek istiyor herhalde. “güzel.”
“3racha grubumun adı.” tek başına değil. “dinlememi mi istiyorsun?” başını bana çevirdi. kıvırcık sarı saçlarına rüzgar vuruyordu. “hayır, sohbet etmeye çalışıyorum.” bitirdiğim sigaramı ezdim ayağımın altında.

“minho ben.” gülümsedi, bir zaferi kazanmış gibi. “chris.” buralı değil ama kötü bir korecesi yok. “nerelisin sen?” o da sigarasını bitirip ayağının altında ezdi. “avustralya.” başımı salladım, neden burada olduğunu sormayacağım, çünkü dedim ya; umursamıyorum.

telefonu çaldı. “n'oldu?” açtı hemen, ben biraz beklerim. iç çekti, oflar gibi. “tamam, bana geç, geliyorum.” telefonunu cebine atıp ilerlemeye başladı. arkasına dönüp bana baktı. “memnun oldum, minho.” gülümsedim, çok içten değil ama sahte de değil bu gülümsemem. “görüşürüz.” dedi ve gitti.

bir sevmek,
bin defa ölmek demekmiş

barış akarsu, bir sevmek bin defa ölmek demekmiş.

mayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin