harika bir gün.
omzumun, neredeyse çürüyecek şekilde dürtüklenmesi, harika bir gün, olduğunu gösteriyor.
“ne var?” birbirine karışmış kirpiklerimi kırıştırırken yatakta doğruldum, beni dürtükleyenin chris olduğunu biliyordum, hyunjin’in pek böyle huyları olmuyor.
“şey, dün ne yaptım?” 'hah' sesi çıkarttım bu söylediğine, bir sarhoşa göre hiç bir şey. seks teklif etmedi, dudaklarıma bir kere bile bakmadı. kafası cinselliğe çalışmadı yani kısaca. “hiç bir şey, sadece çok sinir bozucuydun.”
yaramdan öpmesi, bana “seninle dans ederken mutluluğu yakalamalıyız.” demesi, bunları söylemeye gerek yoktu. bu anlar beni özel hissettirmişti, -sadece bunlara özel hissetmem oldukça acınası.- söylememe gerek yoktu çünkü muhtemel, onun için önemsiz şeylerdi bunlar.
belki de tüm bu yaptıkları, aklına bir şarkı yazmayı bile getirmiş olabilirdi, sonuçta, o bir söz yazarı. sanatçı.
“iyi uyudun mu bari?” başını salladı. “uyudum uyumasına da, koltuğu bana da verebilirdin.” koltuktan kalkıp örtüleri katlarken cevapladım. “banyodan, benim odam daha yakın. seni taşımak gerçekten zor olduğu için odamda uyumana izin verdim.”
öyle olmadı. dünyanın en gereksiz yalanını söyledim.
hasta olduğu için, yatağımda rahat bir uyku geçirmesini istedim, o kadar. bunu neden böyle geveleyip, yalan söylediğimi bile bilmiyorum. canım yalan söylemek istedi belki de, onu bile bilmiyorum.
neyse ki sarhoştu, hatırlamazdı ve yalan söylediğim anlaşılmazdı. “üstümü kim değiştirdi?” attığı çapkın sırıtışa kaşlarımı çattım, inan, hiç göresim yok. ben almayayım.
“kendin değiştirdin chris.” yüzü düştü bu söylediğime, ne sanıyordu, ben onun tişörtünü çıkaracağım, sonra aramızda cinsel gerilim falan mı yaşanacaktı? saçmalık. dizi mi çeviriyoruz burada?
“emin misin?” bu çocuk aptal, ya da beni öyle sanıyor. başka bir açıklaması yok şu hareketlerinin. “eminim chris, hatta banyo kapısını üstüne kapadım, giyindin ve çıktın, yarı ayılmıştın soğuk suyu kafana yediğin için.”
“bir de üstüme soğuk su mu döktün, ne kötüsün!” agresif agresif konuşmaya başlamıştı şimdi de, şaka ile karışık konuştuğunu anlıyordum tabii. gülümsedim bende.
“dün sarhoş olan beni yalnız bırakmadığına göre, sende benden hoşlandın.” gözlerimi alttan bakarak gözlerine kitledim, daha sonra sırıtıp başımı sağa sola salladım. olaylara bakış açılarımız farklıydı biraz.
“neden öyle bakıyorsun?” tekli koltuğa kendimi atıp bir nefes verdim. “sarhoşken sana sahip çıktığım için neden senden hoşlanayım ki? daha kaç gündür tanışıyoruz chris, ateşler içindeydin, yardım ettim.”
sert çıkmıştı sesim biraz ama bilmiyorum, belki de harbiden şaka kaldıramayan herifin tekiyimdir. “şakaydı minho.” bakışları düşünce iç çektim, ben cidden aptal herifin tekiyim.
“kollarımı da gördün, belki de o yüzden yardım ettin.” gülümsedim, başını düşürmüş halıyı izliyordu. aksine, hayır. kendine zarar verdiği için yardım etmedim ona, sadece, istedim işte. istedi ve red edemedim.
“kollarına acımıyorum, kendime yeterince üzülüyorum ben chris. söylemiştim.” halıdan çekti bakışlarını, bana kitledi, sorgular gibi. nefret ederim şu bakışlardan, merak duygusundan da. ama insanın doğasında var merak.
“ne yaşadın sen?” kaşlarımı çattım. “ben soruyor muyum sana ne yaşadın diye?” omuz silkti. “sor, çokta geçerli bir nedenim yok, bana ağır gelen şeylerin cezasını vücuduma verdim.” oldukça geçerli bir neden bence, ona ağır gelen şey ne ise, hiç bir insanın acısını küçümsemem ben, kimse küçümsememeli.
“neyse, sormayacağım. zaten, saçmaydı bu.”
“teşekkür ederim.” diye fısıldadım, birine anlatsam azalır gibi ama, kimseyi anlatacak kadar sevmiyorum. kimseyi anlatırken ağlayabileceğim yer olarak görmüyorum, karşımdaki bu adamı da. o da farkında bunun, kaç gün oldu ki? maksimum bir hafta.kötü birisi değil, bunu düşünmedim. aksine eminim ki, eğlenceli birisi ve arkadaşlarını sürekli güldürüp, onlara sahip de çıkıyordur. iki arkadaşı ile ev arkadaşlığı yapıyor, ben bazen, hyunjin’e zor katlanıyorum. bence gayet saygı duyulası.
ama, birine güvenmek bunlar ile olmuyor işte. ne bileyim, güven için pek bir etkene ihtiyacımız yok gibi. saatlerini alır, günlerini alır, bazen aylarını hatta yıllarını alır.
değişir herkese, birinin kolları arasında güvende hissetmene iki gün de yeterli olabilir, yıl da.
bana o güveni vermeyecek herhangi bir şey de yapmadı, aksine sürekli gülümsüyor. iç ısıtıcı bence.
sadece, ben şu yaşıma kadar hayatıma çok az insan aldım, yirmi dört yaşındayım ama hayatıma maksimum yirmi kişi girmiştir, beşi falan kalmıştır.
ruhen olarak kalanları da sayabilme hakkım vardır umarım.
“bana güvenmeni sağlamak istiyorum.” karşımdaki duvarı izlerken bakışlarımı çevirdim chris’e. “dene.”
benim verdiğim cevaba şaşırdı, bende şaşırdım. belki de gerçekten, içimde bir yerlerde, yeni birisine ihtiyaç var. düşünmeden verdim bu cevabı ben, denemesini istedim gerçekten.
“kahve sever misin?” bu sorusu gülümsememe sebep oldu. klasik bir kahve randevusu ile güvende hissedemem ama başlangıç için, oldukça iyi.
“severim.” dedim sadece. “o zaman seni yarın sevimli bir kafeye götüreceğim, seveceksin.”
başımı salladım. “numaranı ver bana.” şaşırmış gözlerle baktım dediğine, yani birden demesine şaşırdım ama o yanlış anlamış olacak ki, “verir misin yani.” diye düzeltti kendini.
“veririm numaramı.” daha sonra bende düzelttim kendimi. “veririm yani tabii ki.”
gülümsedi, bende gülümsedim.
ben şimdi bir sinema filmine bilet almışım gibi,
bilet almışım gibi heyecanlı ve bitkinimyüzyüzeyken konuşuruz, bir sinema filmine bilet almışım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
may
Fanficbanginho, tamamlandı. mayıs'ın akşamını özel yapan bir tutam aşktı, sağında ya da solunda, yine de bir şekilde, aşk buradaydı, mayıs akşamında.