on dokuz

1.1K 139 178
                                    

dışarıdan bakınca deli acınası geliyor bu, ya da saçmalık delisi. chris’e kızıyorum ama chris gelsin diye bara gidiyorum, lisa’nın yeni hazırladığı kokteyli çatık kaşlarla içiyorum ama tadı güzel.

geleli beş dakika oldu, fakat, zihnim bile beş dakika dayanamazmış gibi, bir beş dakika daha geçse, sinirden deliye dönebilirmişim gibi. “haeun’u tanıyor musun?” sinirden daha da deliye dönmek için soruyorum bu soruyu da, bunu kendime neden yaptığımı bilmiyorum. chris’in eski sevgilisinin beni neden böyle çıldırttığını da, o boyna tek ellerimi saran olmayı benim istiyor olmamı da.

“haeun mu? chris’in takıntılı eski sevgilisinden mi bahsediyoruz, deliydi bildiğin!” kaşlarımı çatarak önümdeki kokteylin şemsiyeli süsü ile oynamaya başladım, devam etmesini istediğim bakışlar yolladım. “iki üç sene önce sevgili oldular ama kız öyle bir şeydi ki, beni bile gördüğü yerde chris’i sorardı. komik olansa chris ve haeun’un en fazla iki ay çıkması, chris haeun’a hiç bel bağlamadı, kıza da bunu söylemişti zaten.”

kollarını itseymiş o zaman. hâlâ sinirim geçmiyor, sonsuza dek sinirli kalabilirim. bence o boyna ellerimi sarmayı tek hakeden benim ama chris ellerimi haketmiyor, o kadar sinirliyim. “sigara içmeye gidiyorum.” lalisa başını sallamış, “ne olduğunu sonra öğrenmek istiyorum ama.” demişti, anlatırdım.

acil çıkış yazan kapıya giderken yaktım sigaramı, bana çarpan insanlar -ya da benim çarptığım.- sinirlerimi iyice bozuyordu, kendimi ilk defa bu kadar duygu yüklü görüyordum, ilk kez bu kadar sinirlenmiş bile olabilirdim.

omzumla acil çıkış kapısını itekleyip tüm beyefendiliğimi orada bıraktığımı anladım, normalde cidden böyle birisi değildim. şuan ise dişlerimi sıkıyor, çatık kaşlar ile bakıyor, sigaramı hızlı hızlı içime çekiyordum, hatta o kadar hızlı çekiyordum ki, öksürük krizine bile giriyordum. umrumda değil.

belki de gelmeyecek bile, onu burada beklemem aptallık. yine de sabaha kadar beklermişim gibi hissediyorum, ne diyoruz biz buna; enayilik, belki.

sahiden öyle mi?

chris gelmezse, onu o kızla gördüğümden çok kırılırmışım gibi hissediyorum. en azından bir açıklamaya değerim, güzel olduğumu söylemişti, onun kucağında ağlamama izin vermişti, bana sevdiği muffin ve kahveden yedirmişti, birlikte uyumuştuk. bilmiyorum, belki de ben çok anlam yüklüyorum, bunlar her takılan insanın yapacağı şeyler.

ama aşık olmak istediğini de söyledi. bunu benimle denemek istedi.

“sikeyim seni.” dedim sigaramı çöpe atarken, atmaktan ziyade, adeta fırlatmıştım. çocuk gibi hissediyordum, her şeyi sorgulayan bir çocuk, hiç bir sik bildiğim de yoktu. kıskandım, kıskandığımı da belli ettim ama burada değil.

ikinci sigaramı da çıkarıp aceleyle yaktım, aslında üst üste sigara içmek benlik değil, aslına bakarsan şuan pek kendim gibi de değilim. onunla yaptığımız her şeye anlam yüklemişim, ben evimdeki kedilere bu kadar anlam yüklemedim.

yüklemedim işte, hyunjin jeongin’in gönderdiğini söyleyip onları benden bile çok sevdi, o kediler inadına bana daha çok sırnaştı, ama ben yine de o kedilere o kadar anlam yüklemedim. aralarından en çok chris’in adını koyduğuna güzel güzel baktım, onları ayırmadım ama chris’in adını koyduğu kediye daha güzel baktım.

sigaramı yine içime hızlı hızlı çekmeye başladım, nefes almadan sonunu getiresim vardı, kendi kendime bir meydan okumaya girmiştim.

ufak çaplı bir öksürük krizinden sonra, bakışlarımı yanımdaki çöp kutusuna kitleyip, devam ettim sigaramı hızlı hızlı içmeye, ciğerlerim iflas ediyor ama tepkimi başka şekilde gösteremiyorum.

mayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin