yirmi sekiz

1.2K 135 229
                                    

“iç şu çorbayı minho hyung, çocuk gibisin ya.” felix’in uzattığı kaşığa baktıktan sonra gözlerimi yine gözlerine çevirdim. midem bulanıyor dedikçe çorbayı içirmeye çalışıyordu.

“ben yapmadım ya, eğer o yüzden içmiyorsan...” bu dediğine gülümsemiş, “midemin bulandığını söylemiştim sana.” demiştim. sahiden midem bulanıyordu, su bile içecek halim yoktu. bunun sebebin dün bitirdiğim bir paket sigara olduğunu çok iyi biliyordum. tabii bunu felix’e söylersem muhtemelen tüm gün konuşur dururdu, o yüzden susmayı tercih ettim.

“hastaneye de gideceğiz ayrıca, ateşin otuz dokuz.” burnumu kırıştırdım bu söylediğine karşı, hastanelerden hoşlanmıyorum. sebebini biliyorum ama onun yanı sıra hastanelerin verdiği o havayı sevmiyorum. bu kadar basit bir şey yüzünden hastaneye gitmek de istemiyordum, duş alırdım ve geçerdi. “duş alınca geçecek.”

“duş aldın ya zaten minho hyung, yapma şöyle. ilaç falan yazsınlar, durumun kötü. fena üşütmüşsün.” ofladım yanaklarımı şişirerek. felix’in inadı ile yine yüzleşmek zorunda olmak istemiyordum, kabul etmekten başka çarem yoktu. felix gözlerini onay olmak için gözlerime dikmişken hiç geri çeviremeyecektim. “tamam, gideriz.”

felix gülümseyip elindeki çorba kasesini tepsiye geri koymuştu. “o zaman, sen bir şeyler giyin hyung, ben de changbin’i arayayım ve gidelim, olur mu?” nefesimi vermiştim, buna gerek olmadığını düşünüyordum. taksiyle de gidebilirdik, birilerine mahçup hissetmeyi pek sevmiyordum. “taksiyle gideriz.” felix sinirli bakışlarını ben bunu söyler söylemez yollamıştı. “hayır, arayacağım changbin’i. itiraz etme hyung.” gözlerimi devirip, üstümde duran örtüyü attım. tabii bununla beraber vücuduma gelen üşüme kollarımı kendime sarmama sebep oldu, ateşim olduğu için üşüyordum.

dolabımın önüne geçip rastgele bir sweatshirt aldım, ne olduğuna bakmamıştım bile. tabii daha sonra chris’in sweatlerinden birisi olduğunu farketmiş, sweate bakışlarımı daldırmıştım. uyuduğumuz gün burada kalmıştı bu sweat, ondan sonra chris ‘senin olsun.’ demişti bana, ben de kabul etmiştim.

üstümdeki tişörtü bir çırpıda çıkarıp üstüme geçirdim sweatshirtü. chris’i unutmak sadece sözde oluyordu bana göre, yaptığım her hareket onun içindi. kendime engel olamıyordum. “kim bilecek sanki.” diye mırıldandım ağzımın içinde. dolabımın sağında duran boy aynasından sweate bakıp gülümsedim, chris, tam olarak bunu yapıyordu işte bana.

kaşınan burnumu parmağımın ucu ile hareket ettirdikten sonra, altıma siyah, bol kot pantolonumu da geçirip, giyindiğim bol kıyafetlere baktım. ben biraz daha yaz insanıydım sanırım, şort giymeyi sahiden severdim mesela. tabii, yazlardan nefret ettirecek raddeye geliyordum çoğu zaman. hatta çoktan gelmiştim, yine de, yazı kestirip atamıyordum. bir şekilde, sevdiriyordu kendini bana.

aşkı yazın bulmuştum, kabul edeyim ya da etmeyeyim, yaz, benim aşk mevsimimdi.

turuncu saçlarımı elimle karıştırdıktan sonra, aynanın önünden çekilmiş ve salona ilerlemeye başlamıştım. felix yerde yatan kedilerimle eğilmiş oynarken ben de ayakta onları izledim, çok halsizdim, şöyle duruyorken bile uyuyabilirdim. “minho hyung, ses verseydin ya.” omuzlarımı silktim, felix de gülümsedi. hastayken genelde huysuz olurdum, böyle durumlarda benden küçük olan kişiler bile benden büyükmüş gibi olurdu, en büyük örneği felixdi. tam bir anneye dönüşürdü.

sabah eve geldiğinde peşimde koşturup, neden balkonda sabaha kadar oturduğum hakkında söylenirken bir yandan eve çorba söylüyordu. beni zorla soğuk duşa da sokmuş, bir etki etmediğini görünce iyice endişelenip, hastaneye gitmek için darlamaya başlamıştı. kabul etmeyince de azar yiyordum kendisi tarafından, tabii ben yatağıma yatar yatmaz duştan sonra bir iki saat güzelce uyumuştum, hastayken en rahat yaptığım şey uyumaktı zaten.

mayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin