yirmi dört

1K 136 162
                                    

“hyung, sıcak çay iç bari.” hyunjin’in elinde umutlu gözler ile uzattığı bir kupa fincana baktım. almayacağımı anladığında sesli bir nefes vermiş, yanımdaki komodine koymuştu bitki çayını.

biliyorum, herkes bıkıyor benden.

yatağımın ucuna geçmiş, gözlerini üstümde gezdirmişti. “sabah soğuğu yemişsin hep, üşütmüşsün.” üstümde duran örtüyü üstüme biraz daha çektim, üşüyordum, muhtemelen ateşim vardı ama beni üşüten şeyin bu olmadığını, derdimin de bu olmadığını çok çok iyi biliyordum. “iyiyim ben.” dedim ve yanımda duran çayı alıp bir yudum aldım, hyunjin’e kendimi kanıtlamaya çalışıyordum bir nevi.

“iyi olmanın mümkün olmadığını anlayabiliyorum hyung, iyi olmaman çok normal.” keşke buna ben de katılabilsem, bazen çok abartıyormuşum gibi bile geliyor. iki haftadır çıkıyorduk sonuçta, iki gün sonra tanışalı tam bir ay olacaktı ve ben, ona bu kadar çabuk bağlanmamam gerektiğinin farkındaydım. sadece bir ay tanıdığım birisine de bu kadar güvenmemeliydim. birisi değil mi sonuçta, birisi.

kendimi kandırıyorum yeniden, chris benim için birisi değil. chris’e aşığım ben.

aslında bu zamana kadar aşktan hep korktum, güzel olması bir yana, güzelliği kadar acı da vericiydi aşk. yani, kitaplarda hep böyle anlatmışlardır. hyunjin mesela; çok aşık ama acı da çekiyor, inkar edemeyiz. bu yüzden kabul etsem de etmesem de, aşık olmaktan çok korkuyordum. sanki, kalbimi eziyorlarmış gibi hissediyordum saatlerdir.

eve geldiğimde tek yaptığım boş boş etrafıma baktıktan sonra yatağıma gitmek olmuştu, ışıkları kapamış, dizlerimi kendime çekmiş oturmuştum yatakta. başka bir şey yapamazmış gibi hissediyordum, kalkıp duş almalıydım mesela, çünkü ateşler içindeydim ama umrumda bile olmadı bu, sadece, öylece durmak istedim.

hyunjin neler olduğunu benden öğrenmedi, felix ile konuştuğunu duymuştum. bana neler olduğunu kimse benden öğrenmezdi, kendimi bildim bileli sorunlarımı kendime bırakarak ruhumu daraltmıştım. ilk kez en büyük sorunumu birisine açmıştım ve iyi hissetmiştim. sorun şu ki; bana iyi hissettiren kişi bir süre sonra en kötü şekile tekrar sokmuştu. gözümde küçücük bir ışıltı bile kalmamıştı, aynen, eskisi gibi.

“gitti işte.” elimdeki fincanı biraz daha sıkı sıkıya kavramıştım, ellerim çok üşüyordu. gözlerim de sürekli dalıyordu, gözlerimin daldığı yerden konuşmaya devam ettim. “nasıl düşüneceğimi düşünmeden gitti, doğru insan değilmiş.” sesimin sonlara doğru kısılmasına güldüm sonra, böyle de güçsüz kalmıştım işte. zaten ne zaman güçlüyüm ki?

“böylece kestirip atmayacağın birisi olduğunu biliyorum hyung, ne kendini, ne de beni kandırabilirsin.” gözlerimi bakışlarımın daldığı yerden çekmiş, hyunjin’in gözlerine kitlemiştim. ilk kez böyle açık konuşuyordu benimle sanırım. bir şeyler kafama girsin diye bekliyordu ama ben kendimi bile kandıramıyordum artık. “unuturum, çok mu zor?”

hyunjin güldü, sonra aniden gözleri doldu. “ben senin kardeşini unutamadım.” gözlerimi kaçırdım o bunu der demez, ikisi çok farklı şeylerdi, benim kardeşim ölmüştü. gitmek onun elinde değildi. chris ise, bırakıp gitmişti sadece. “ikisinin aynı şeyler olmadığını biliyorum hyung, sadece, aşk öyle kestirip atılabilecek bir duygu değil. sandığın gibi değil.” çayımdan içtim bu söylediğine cevap vermemek için, aşktan falan anlamam ben. hyunjin ve jeongin kadar sağlıklı bir ilişkiye bile sahip değilim şuan.

“soğuk bir duş al, yanıyorsun. sonuçta birilerine yaşama sözümüz var.” elinin tersi ile gözünden düşen yaşı sildiğinde, dudaklarımı birbirine bastırdım. çevreme o kadar çok zarar veriyordum ki, bazen ben bile hayret ediyordum. jeongin olsam kendime çok kızardım, belki o da bana kızıyordur. “chris’i aşık olacak kadar sevdiğimi nereden anladın?”

mayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin