on bir

1.2K 163 106
                                    

güvenmek.

benim için, üstüne uzun uzun düşünebileceğim bir kavram. gerçek bir hisle güvenmek. sonuna dek güvenmek.

sanırım, bunu gerçekten karşılayan tek bir kişi vardı ve o da gitti. ama yine de, ben, bir şeylere inanıyor gibiyim.

chris’e verdiğim, o her şeyin ardına koyulmuş kıkırdamam, bir kaç şeyi düşünmeye itti beni.

belki de, dedim kendime; belki de, sahiden oluyordur minho bu, gerçekleşiyordur. böyle basit bir şakaya güldün sen minho, güldürdü. morali yerine gelsin diye yaptın belki de, yine de, güldürdü seni. gülüşünün sesini unutmuşsun sen minho. hatırlattı minho.

ve sonra, chris’in getirdiği kolaları içerken, gülmenin insan vücuduna yaydığı güzel hisse tekrar kapıldım, neredeyse iki yıl olacak, bu hissi özlemişim de.

o da, sürekli gülümsedi. sanki, moralinin bozukluğunu unuttu, sürekli beni güldürebilmesinden bahsetti durdu. onu bu şekilde çok tatlı bulduğumu itiraf etmeliyim sanırım, tatlıydı.

“güzel gülüyormuşsun.” düşüncelerini de, hiç saklamadan söyleyivermişti. nasıl güldüğümü düşünmedim hiç, güzel, çirkin? bilmem ki. sadece, gülmek çok güzel. daha çok gülmek isterim.

ve ben bunu, dün kayalıklarda oturup kola içtiğim adam ile yapmayı sahiden çok isterim.

ne oldu birden düşüncelerin değişti böyle diyebilirsiniz, dedim ya, bir şeyleri düşünmeye itti beni o kıkırdama.

o kıkırdamanın ardında farkettiğim bir şeyler var, güven duygusu.

öyle, çok çok da güvendiğim insanlar yok. dedim ya, iki taneydi sadece. birisi hyunjin, diğeri de gitti ama hâlâ ona güveniyorum, ve anlatmak istediğimde kendimi onun yanında bulurum. yeni birisi olduğunu hissediyor gibiyim, ve bu öylesine değil, ben, farkettim.

o kıkırdamanın ardından, farkettim ki; ben chris’e içimde istemeden de olsa güven kırıntılarını biriktirmişim, chris güvendiğim biri olmaya başlıyor. ona tamamen güvenebilmem ne kadar zaman alır bilmiyorum ama, denemek istiyorum. o, yanımda ve burada olduğu süre boyunca gerçekten de denemek istiyorum.

sadece kıkırdama, abartı olduğunu biliyorum. yine de, ona güvenmeni denemeye hiç bir şey engel olamaz. bir şey yapmak istediğimde yaparım genelde. huyum böyledir biraz.

neyse ne. önümüzde daha çok zaman var.

baristanın adımı yanlış yazdığı kahveyi alırken -bu genelde bir klasiktir.- ‘mino’ yazısına kaşlarımı çatıyordum. bir harfi koymayı unutmasa her şey tamamdı oysa.

bilgisayarımı, çantasından çıkarıp cam kenarındaki masanın üstüne koydum ve sandalyeme oturdum. bir kaç e postaya bakıp, kalkacaktım.

akşam zaten çoktan yedi oluvermişti, bugün diğer günlere nazaran daha bir hızlı gibiydi. buradan jisung’a gideceğim yani kısaca. yalan olmasın, sırf çalışacağım diye o kadar çok yattım ve dışarı çıktım ki, çünkü şu lanet olası iş deli zordu.

zor olmasına bir yana, parası da iyiydi. bunu hep söylüyorum zaten.

telefonumun titremesi ile, postalarımdaki odağımı kaybettim ve gözlerim telefonuma kaydı. hyunjin’di arayan.

aslında ona gideceğimin, hatta çok çok geçe bile kalabileceğimin haberini vermiştim ama bir şey olmuştu sanırım. “hyung?”
“efendim hyunjin?”

bir süre sessiz kaldı. “ben bir şey yapmış olabilirim.”

“ne yaptın?”

“dışarı çıkmıştım, onun yanına giderken üç tane kedi gördüm, ikisi turuncu renkteydi, birisi de gri siyah.” devam etmesini belirtmek için “ee?” diyivermiştim. “onları eve aldım, çünkü, ne bileyim, o göndermiştir diye düşündüm.”

mayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin