on dört

1K 134 139
                                    

“görüşürüz hyung!” felix, apartmanın kapısından girerken, ben de evden çıkıyordum. “evi falan yakmayın ben yokken.” dedim alayla, yaparlar mı, yaparlar.

“ya, hyung! sana browni yapacağım, benim moralimi bozarsan şu çikolataları yerim.” gülerek başımı salladım. “tamam, tamam.” hyunjin de kucağındaki dori’nin patisini sallamış, aklınca bana kedi ile görüşürüz diyordu. “görüşürüz dori.” dedim ona ayak uydurup.

hyunjin, ona ayak uydurmamı beklemiyor olacak ki, önce şaşırdı, sonra gülümsedi. aslında, hyunjin’i sevmiyor değilim, gerçekten seviyorum. ama bunu biraz sinirini bozarak gösteriyorum, ilk zamanlar gerçekten tahammülüm yoktu, kardeşimi kıskanıyordum çünkü, zamanla ikisine de alıştım ama hyunjin’in sinirini bozmaya devam ettim.

onun da benim onu sevdiğimi bildiğini biliyorum, bizim aramızdaki ilişki bu. ama ona her sevecen olduğumda böyle şaşırıyor çünkü ben biraz, gıcık abiyim. evet, hyunjin’in de abisiyim. aramızda bir yaş olsa da, abilik yapmamamı gerektirmez bu.

jeongin mutludur umarım bu durumdan, önce bana oradan oraya koşturan arkadaşı felix’i, sonra da bir onun kadar olan sevgilisini kabul ettirmişti.

apartmandan çıktığımda nefes alabildiğim için mutluydum, aslında çıkmak için kendime bir sebep koymamıştım. canım dışarı çıkmak, biraz yürümek, ya da oturmak istedi. felix de bize geleceğini söyleyince, ikisini bir arada bırakıp dışarı çıkabildim.

ama evi hâlâ yanlışlıkla ateşe verebileceklerden şüpheliyim.

bir süre nereye gideceğimi, neler yapacağımı düşündüm vans ayakkabılarımı izlerken. daha sonra, summer nights’a adımlamaya başladım.

belki, lalisa ile sohbet muhabbet ederiz dedim ama bu işin yan düşünce kısmı. en baştaki düşüncem chris’in orada olacağı düşüncesi, eh, ayaklarımız bizi chris’e götürdü.

chris ile o günden sonra, ne mesajlaştık, ne konuştuk. aramıza soğukluk girdiğinden değil tabii ki, mesajlaşmak veya randevu ile buluşmak pek benlik şeyler değil. tabii, arada yapılır yapılmasına ama, sürekli yapılınca ben insanın sıkılacağına düşüncesine inanıyorum. böyle, birbirimizi az az görüyoruz ve bana göre bu daha iyi.

o gün, ben ağlama krizlerimi geçirdikten sonra, bana günlük yaşantımı sordu. garipti, böyle bir konuda neden günlük yaşamımı merak ediyor diye meraklanmıştım, meğersem, chris jeongin’e verdiğim sözü yerine getiriyor muyum diye merak etmiş.

bu, bana, çok saçma bir şekilde garip hissettirmişti. belki kendimce bunu saçma sapan bir şekilde yorumladım ama yorumum şu; yaşamamı bir kişi daha istiyor.

kedilerden yakındım günlük hayatımı anlatırken, aslında ben bir kedi insanıyım. yanımda mama taşır, kedileri beslerim, önlerindeki kaba havalar deli sıcak olduğu için hep suyumdan  koyarım. yakındığım şey onlara bakamamak da değildi, kendimi kandırıyordum çünkü beş günde ailem çoğalmıştı. o üç küçük canavar benim ailem olmuştu.

birisinin adını chris koydu, hyunjin’in attığı üçlü fotoğraftan, turuncu kedilerin adlarını birlikte koyduk. soonie’nin adını ben koydum, chris de uyumlu bir şey olsun diyip doongie koydu. öyle çok da bir anlamı yok tabii, ama yine de, bu anı yaşamak hoştu.

günün geri kalanı gülerek, ağlayarak devam etti. kıkırdamaların üstüne çıktık, ben güldükçe chris de güldü.

cidden, ağlayacak bir kucağa sahip olmak iyi de hissettirdi. ağlamaktan çekinirim, ailem bana güçsüzlük olarak gösterdi hep, ilkokuldayken ağlamaya kalktığımda “ağlıyor musun birde? ezik.” denmişti, ailemin düşüncelerini önemsemesem de, insanların eziklik olarak göreceği bir şeyi, sadece güvendiklerimin yanında yapmaya karar verdim.

mayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin