yirmi iki

1.2K 141 175
                                    

“tebrik ederim chris, sonunda, yani, sonunda.” burada kesinlikle benim bilmediğim şeyler dönüyor.

lalisa ikimizin çıktığını öğrendiğinden beri, chris’e bakıp gülümsüyor ve “sonunda!” diyerek, uzun süreli bir uğraşmışım gibi davranıyordu, chris ise yalandan gülümsemeye çalışıyordu, ne oluyor burada?

“ne sonunda ya, bilmediğim ne dönüyor benim?” dedim önümdeki kokteylin tadına bakarken, lalisa yine yeni bir şeyler denemişti ve ilk müşterileri bizdik. bugün perşembeydi, lalisa da bar dışında buluşma yeri bulamadığından, gelmiş ve barı işgal etmişti. kuzenin laf etmemesine şaşırıyordum aslında, neyse ne.

“chris başından beri senden hoşlanıyordu bence, yani senden önce olduğu kesin, ondan dedim.” kaşlarımı kaldırıp chris’e baktım, 'sahiden öyle mi?' deme şeklim bu benim. o da kafasını sallamış, yine o zoraki gülümsemesini takınmıştı. konu mu rahatsız etti acaba? neyse ne, üstelemenin hiçbir anlamı ve katkısı yok bana.

“iyiymiş, hem kokteyl, hem chris’in benden hoşlanması.” diyiverdim, ortama bir gariplik girdi, ben de garipleştim o yüzden.

lalisa cebinden telefonunu çıkarmış, galerisinden bir fotoğraf göstermişti bana. bir kediydi, gri renklerinde bir kediydi ve gerçekten çok sevimliydi. “kim bu tatlı şey?” dedim lalisa’nın gösterdiği kediye, o benden daha çok kedi insanıydı, bara gizlice kedi sokup onları beslediklerine şahit olmuştum çoğu zaman. “louis, tatlı değil mi? güzel oğlum ya.”

“aslında iki üyemiz daha var, onlar evde. kalan bir iki üyemiz daha var ama onlar annemle kalıyor, beşine birden bakmak için evim çok büyük kalıyor.” anladım dercesine salladım kafamı, kokteyl ağır olduğundan başım ağrımıştı, çok sık içen birisi değildim. “baksanıza, benim evime çıkalım. hem kedileri görürsün, hem de sana bir kahve yaparım, çarptı sanırım.” ben “tamam.” diye mırıldanıp bar tezgahının üstündeki sigara paketlerini aldım, chris’inkini de almamda bir sakınca yok bence. hatta, buna gülümsediğini bile yakalamıştım.

“teras da var.” demişti lalisa, terasını seviyor olmalıydı, pek bir gülümseyerek söylemişti terasının olduğunu. o ne kadar seviyorsa terasını, ben de o kadar sevemezdim sanırım. yükseklik korkum var benim. “direkt terasa çıkalım mı?” dediğini duydum chris’in, bakışlarımı ona çevirdim, yükseklik dendiğinde bile korkardım ben, sevmiyorum işte. korkuyorum yüksekte olmaktan, düşmekten korkuyorum, düşmeyi sevmem. adımlarıma dikkat ederim zaten ben hep. “yüksekten korkuyorum.” demiş ve ellerimi tekrar ceplerime koymuştum, yargılanmaktan korktum sanırım. kaç yaşında adamım, yükseklikten korkuyorum, elimde değil ki.

“çıkmayız o zaman.” demişti chris. elini cebime attı, güven vermek istedi sanırım. başarılı da oldu, gerçekten iyi hissettim, yüzüme bir gülümseme yayıldı. ellerim boş kalmadıkça güvendeydim, gerçekten, bu his, harikaydı. şefkatli, sıcak ve hiç gitmesini istemediğin bir duygu. kocaman gülümsedim, ellerimi cebimdeki ellerine geçirdim ve lalisa’nın evine giden merdivenlere öyle çıktık.

bence ikimiz birer yapboz parçası gibiyiz, lalisa’nın koridorundaki boy aynasında gördüm bunu. chris’in dalgalı sarı saçları, kahküllü kahverengi uzun saçlarıma karışmış, kalplerimiz de öyle kezâ. ellerimiz birbirlerini tutuyordu ve bu durum, omuzlarımızı birbirine sıkı sıkıya yaslıyor, aramızda boşluk dahi bırakmıyordu.

sanırım mayıs’ın sonlarına doğru geliyorken bildiğim güzel bir şey var, mayıs akşamlarının aşkı getirdiği. mayıs’ın akşamlarında aşk olduğu. mayıs’ın akşamlarının neden özel olduğunu da bulmuştum; mayıs'ın akşamını özel yapan bir tutam aşktı, sağında ya da solunda, yine de bir şekilde, aşk buradaydı, mayıs akşamında. benim aşkım da chris idi, çabuk oldu aşk, aylarda değil günlerde oldu ama bundan şikayetçi değilim. doğru hissediyorum, oldukça doğru.

mayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin