insanların bana kendinden bu denli izleri, böylece kolay bırakmasından nefret ediyorum. hep böyle oldu, ben birisine güvendim ve yine üzüldüm. güvenmeye karşı bir kalkan oluşturdum ben kendime.
hayatımda bir tek hyunjin kalmıştı o zaman, onunla da oturup dertleşmiyorduk, sorunlarım benimleydi. kimse yoktu. tek bir kişi dâhi. en azından üzülmüyordum, diyordum. üzülmüyorsun minho, güvendiğinde aptal gibi ortada kalmıyorsun.
güvenmekten korkan birisinin, yaraları çoktu anlayacağınız. yaralarımı göstermekten de korkuyordum çoğu zaman, görülsün istemiyordum, yaralarımı kimseler, görmesin. yoksa yeni bir yara eklerler tam oraya.
chris geldi.
kendine nasıl bu denli çabuk güvendirdi bilmiyorum ama yaralarımın etrafına tek tek yıldızlar çizdi o. o güldüğünde, beraberinde beni de güldürdüğünde, dünyanın en mükemmel şeyini tadıyormuş gibi hissettim. o benim ellerimi tuttuğunda, belime ellerini sardığında, en güzeli, beni öptüğünde. harika hissediyordum. kendime, 'ben de birisiyim artık!' diyebiliyordum. ve inanın, çok önemliydi bu benim için.
ama yaralarımın etrafına yıldızlar çizen chris, beni bırakıp gittiğinde tek tek kanattı onları. geçirdiğim en zor ayları geçirmiştim, kilolar verdim, hiç ağlamadığım kadar ağladım, uyuyamadım çoğu zaman. rüyalarıma girip, birden kayboluyor diye uyuyamadım. terapiye gitmeyi inatla reddettim.
kendime chris'i atlatırım dedim, öyle olmadı. ben chris'i ufacık olsa bile unutamadım, parfümün kokusu burnuma dolduğunda tanıyacak kadar unutamadım onu.
onun için saçlarımı ilk kez boyattım ben, turuncu yaptım hem de. böyle absürt bir renk tercih etmem bile komikti, fakat sırf, o yakışır dedi diye yapmıştım ben. aynaya bakınca sırf o 'güzel olacaksın.' dediği için kendimi güzel bulup, aynaya dolmuş gözlerim ile gülümsedim ben.
chris bende çok büyüdü. sevgisi kalbime fazla bile geldi çoğu zaman, gittiği günler ağlamaktan nefes alamayacak hâle gelmiştim. eğer hyunjin beni farkedip susturmasaydı, muhtemelen ağlama krizlerimden dolayı bayılabilirdim bile.
şimdiyse evde kimse yok. küçük balkonumda yere oturmuş, ağlayarak sigara paketimi bitiriyordum. bazen de gülüyordum, kafayı sıyırmıştım ben. chris gelmişti. delirmeme yeter de artardı bu.
niye gittiğini, neden geri geldiğini dinlemek istemiyordum. en azından arayabilirdi diyordum kendime, bir yandan da, ne kadar hakkı olmadığını düşünsem de ellerini eskisi gibi belim sarsın istiyordum. çok özlemiştim, saatlerce ona sarılacak ya da öpecek kadar özlemiştim.
chris benim için çok şey olmuştu. hiç olması gerekirken, hayatımın merkezinde yer almıştı.
ama ben chris'e gidemezdim ki. canımı çok acıtmıştı o. beni bu hâle getiren kişi, benim aşık olduğum kişiydi. onu affetmemek için, kalbimin ve beynimin birbirleri ile verdiği savaş benim ruhuma iyi gelmiyordu. canım kat ve kat daha çok acıyordu ve ben, biraz daha ağlıyordum oturduğum balkonda.
hava buz gibiydi, üşüyordum. artık sadece ellerim buz gibi değil, vücudum da öyleydi ve ben, kardeşime verdiğim söze biraz biraz ihanet ediyordum. kendime zarar veriyordum göz göre göre, doğru değildi bu. "özür dilerim." diye fısıldadım ve sigaramdan biraz daha çektim içime. binlerce kez özür dileyebilirdim ben kardeşimden, şu beş ay için, mayıs'ın sonunda onun mezarında ağladığım için özür dileyebilirdim. elimde değildi benim. yine de, çokca kez özür dilerim senden kardeşim, yapamadım. güçlü kalamadım ama sen beni hep güçlü bildin. ben de küçüldüm.
yüzüme rüzgar vurduğunda, dizlerimi kendime çekip, başımı dizlerime yasladım. üşüdükçe küçülüyordum olduğum yerde.
birileri gelsin sarıp sarmalasın beni diyemiyordum. çünkü ben birilerini değil, istediğim kişiyi çok iyi biliyordum. lâkin kalbim ne kadar istese de, mantığım duruma el koymaya çalışıyordu. bıraktı, gitti seni, aptal olma, diyordu bana. haklı olmasına karşı bir kez daha hıçkırdım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
may
Fanfictionbanginho, tamamlandı. mayıs'ın akşamını özel yapan bir tutam aşktı, sağında ya da solunda, yine de bir şekilde, aşk buradaydı, mayıs akşamında.