“bence şöyle yapalım.” jisung ortamdaki kim nerede yatacak kaosunu durdurmaya çalışıyordu. aslında pek bir kaos yoktu, felix abarttığı için ortamda bağrışmalar olmaya başlamıştı bile.
“changbin hyung odasında felix ile yatıyor, ben seungmin ile yatıyorum, hyunjin salonda yatıyor, chris hyung da minho ile yatıyor.” ne?
“ne?” chris ile aynı anda sorduğumuz soruya kaşlarını çattı jisung. “hyunjin yalnız uyumayı seviyormuş, yeni en yakın arkadaşıma saygı duymak zorundasınız.” dört saatte ne kadar yakın olunabilirse o kadar yakın olmuşlar, inanamıyorum cidden.
“harikasın.” demiş ve gülümsemişti hyunjin. jisung de “e herhalde.” diyerek kısa olan saçlarını savurmaya çalışmıştı. “tamam mı? birlikte yatıyorsunuz.” chris ellerini cebine atıp omuzlarını silkti, bu onun için ne demekti bilmiyorum. “benim için sorun değil.”
o kadar uzun süredir yalnız başıma uyuyorum ki, bu benim için sorun değil mi hiç bilmiyorum. ayrıca, chris ile birlikte uyuyacak kadar yakın mıyız onu bile bilmiyorum. ama içimden bir ses, “alt tarafı uyumak minho.” diyerek beni dürtüklüyor.
her zaman mantığı seçmek çok yorucu, eğer chris’le uyumak istiyorsam, uyumalıyım.
istiyordum da.
“tamam, sorun yok benim içinde.” jisung ellerini çırpmış ve televizyonun olduğu ünitedeki çekmeceyi açmıştı. “tabuu oynayalım.”
gördüğüm en sinir bozucu oyunlardan birisi tabuu, hem çok gürültülü hem de takım arkadaşın aptalsa hiç çekilmiyor. chris de bunun üzerine yalandan esnemeye başlamış, “uykum geldi benim ya, başka zaman mı oynasak?” demişti.
bunu bir an önce benimle uyumak için mi yaptı yoksa, oyunu sevmediğinden mi yapmıştı bilmiyorum. ilk ihtimal sevimliydi. changbin gülmüş ve “gece geç saatlere kadar uyumadığını bilmiyoruz sanki.” demişti.
muhtemelen tek isteği şaka yapmaktı ama chris’in yanaklarının içini ısırdığını farketmiştim, daha sonra changbin’e göz devirmiş ve “iyi tamam, bir el oynayıp uyuyoruz ama.” demişti. jisung başını sallayıp tabuu kutusunu masanın ortasına koymuştu, felix tabuu kutusunun içindeki mor maymunu alıp gıcık eden sesini çıkarmaya başlamıştı bile.
“felix şu çirkin sesi yapmasana.” dediğimde inadına daha çok sesini çıkarmaya başlamıştı, bir süre sonra ısrar etmeyi bıraktım ben de. felix bu, ne dersek diyeyim devam edecek.
daha sonra mor maymunun kolları ile changbin’e kalp yapmaya başlamıştı, changbin de kalplere karşılık veriyordu. “şu çirkin şeyle anlatmayacağız değil mi?” diye mırıldanmıştım. hyunjin hafifçe omzuma dokunmuş, “ya, hyung! hiç de çirkin değil o.” bir kez daha göz devirip, “çirkin.” demiştim.
hyunjin de inat edip, mor maymunun ne kadar tatlı olduğunu anlatmaya başlamıştı, neymiş gözleri simsiyahmış, bu onu sevimli yapıyormuş falan. hâlâ gördüğüm en çirkin oyuncak o.
“maymunla oynayamayız ya, kaos oluyor sonra.” içimden bir oh çekmiş ve hyunjin’e sinir bozucu bakışlar atmaya başlamıştım, hyunjin de kollarını iki yana bağlayıp of çekmişti. daha sonra ikimize gülen chris’in bakışlarını yakalamıştım. gülüşüne karşılık verip gülümsemiştim ben de.
yüzündeki gülüş sönmüş, kaşlarını çatmıştı, sanırım şaşırdı, bilmiyorum. yüzümdeki gülümsemeyi arttırdım istemeden, sevimli görünüyordu şuan. yutkundu. ne yutkundurdu bilmiyorum, ben yutkundurduysam, güzel hissettirdi yine.
“tamam, başlıyoruz. şimdi takımlar eşit bölünmüyor, bu yüzden, hyunjin seungmin ve ben takımız.” felix homurdanmaya başlayıp bunun adil olmadığı şeyler hakkında mırıldanmaya başlamıştı. “susun ya! hyunjin biz de, changbin ile felix yapışık ikili zaten, onlar takım, fırından taze çıkmış flörtlerimiz de takım olsun.” bu ne biçim tabir ya, fırından taze çıkmış flört, ilginçmiş.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
may
Fiksi Penggemarbanginho, tamamlandı. mayıs'ın akşamını özel yapan bir tutam aşktı, sağında ya da solunda, yine de bir şekilde, aşk buradaydı, mayıs akşamında.