“selam hyung.” başımla selamını karşılık verdim felix’in. “otursana.” felix, karşımdaki sandalyeye oturmuş, dakikada bir oturuşunu düzenliyor, ellerini nereye koyacağını bulmaya çalışıyordu.
“rahat olsana felix, ilk kez tanışıyormuşuz gibi davranma.” telefonunu masanın üstüne bırakıp, arkasına yaslandı, uzunca bir nefes vermeyi de unutmadı.
“ben yani, sen değişmişsin hyung.” sen de, felix. kahverengi kısa saçların gitmiş, uzun ve sarı saçların gelmiş, hepimiz biraz biraz değişmişiz, olacak o kadar. “sen de büyümüşsün.”
öyle çokta yaş farkı yok aramızda, iki yaş var, felix okula biraz geç başlamıştı, bu yüzden jeongin ile aynı senelerde okumuşlardı. yine de, felix kardeşim benim, ona bir şey olursa yine ben biterim dibinde, o da kardeşim. büyümüş, sahiden büyümüş. “ben, evet. büyüdüm hyung, iki sene oldu, olacak yani.”
gülümsedim ve başımı salladım. kahvemi elime alınca, o da aldı ve aynı anda yudum aldık. bu durum felix’i kıkırdattı.
“hyunjin napıyor, nerede?” felix, cenaze gününden sonra busan’a, anneannesinin yanına taşınmıştı. bu yüzden hiç bir gelişmeyi bilmiyordu hayatımızda olan, uzunca muhabbet edecek gibiydik en son iki sene önce geldiğim kafede. “seninle mi? vay be hyung.”
“söz verdirtti jeongin, napayım? alıştık birbirimize, bir şekil.” felix gülümseyip pipetini çiğnemeye devam etti, sürekli yapardı bunu, huyu değişmemiş demek ki.
“sen burada mı yaşıyorsun artık?” başını salladı felix. “bir sene oldu aslında, size ulaşmak istedim ama, bulamadım işte hiç bir yerde. jisung veya chris hyung ile bir bağın olacağı aklıma gelmedi bile, nereden gelsin ki?”
“jisung ile bir kaç haftadır çalışıyoruz zaten, öyle çokta denk gelmiyorduk, chris ile de bir kaç haftadır tanışıyoruz.” felix şok ile açtı gözlerini, “cidden mi? chris hyung endişeyle evden çıktığında size en beş ay vermiştim.”
güldüm. “ağlarken buna mı dikkat ettin?” omuzunu silkti felix. “evet! alttan alttan sana bakıyordum zaten hyung, ben ne yapacağını merak etmiştim.”
“anladım.” dedim, kafenin kapıyı açınca çalan zili ile, hyunjin’e baktım, kapıdan giren oydu. unutmuşum onun her gün iş çıkışı burada kahve içtiğini, boynunda kamerası ile girmişti içeri. ikimizi de görmedi, baristaya selam verip hangi kahveyi istediğini söyledi, barista ne isim yazacağını sormadı, biliyordu sanırım.
tam yanımızdaki masaya otururken, ikimizde sessizce onu izliyorduk. bizi farketmesini sağlamaya çalışmıyorduk. boynundaki kamerasını, boynundan çıkarmadan elleri arasına alıp, tahminimce çektiği fotoğraflar hakkında konuşmaya başladı. “söylediğim hiç bir pozu vermemiş salaklar.”
bunu duyan felix dayanamayıp gülmüştü.
hyunjin, bize çevirmişti gözlerini. şok içinde açılmış gözleri ile bir felix’e, bir bana bakıyordu. “jeongin, beni ufaktan delirtmeye mi çalışıyorsun anlamadım?” dedi kafasını sağa sola sallayıp.
“of, gerçeğim ben ya.” dedi felix de gözlerini devirip. “hâ?” dedi hyunjin felix’e bakarak. “tabii gerçeğim, ben hep dedim jeongin’e ‘bu çocuk aptal, çıkma bununla diye.’ dinlemedi hyung, görüyor musun şu halini?” güldüm bu dediğine.
hyunjin sandalyesini ayakları ile süre süre -bu kafede iğrenç bir ses yankılanmasına sebep oldu.- bizim masamıza çekti sandalyesini. kollarını felix’e dolayıp, “yuh, harbi gerçek.” demişti. felix de hyunjin’in sırtını patpatlamış, “herhalde!” demişti.
![](https://img.wattpad.com/cover/316389789-288-k74143.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
may
Fanfictionbanginho, tamamlandı. mayıs'ın akşamını özel yapan bir tutam aşktı, sağında ya da solunda, yine de bir şekilde, aşk buradaydı, mayıs akşamında.