on beş

1K 144 49
                                    

“al şu sevgilini üstümden!” hyunjin jisung’un üstüne çıkmış felix’e kıkırdarken ikisini ayırmaya çalışıyor, changbin de gülerek onları izliyordu. “kendi kalkmak isterse kalkar, sevgilim diye üstünde hakkım mı var?” jisung gözlerini devirip nefes almaya çalışıyordu, arkadan felix’in tişörtünü çeken seungmin de ortamda kaosa sebebiyet veriyordu.

bugün chris’lerin evi epey kalabalıktı. changbin ile tanışmaya geldiğimiz -hyunjin ile geldik.- evde, neredeyse herkes vardı. jisung’un sevgilisi seungmin, hyunjin, ben ve felix ortamı kalabalıklaştırıyorduk.

ama yine de, şikayetçi değilim çünkü epey eğlenceli insanlar ve hyunjin jisung ile epey iyi anlaşmış gibi duruyor.

ilk geldiğimizde jisung hyunjin’i çekingen gözlerle izlemiş, sadece felix ile konuştuğu için de kızmaya başlamıştı. “benimle de muhabbet etsene ya!” diyerek kıskançlık nidaları sergilemişti, jisung hep böyle sıcak kanlı bir insan olduğundan garipsememiştim tabii. hyunjin de gülerek, “e, gel o zaman.” demiş ve jisung’u da muhabbetlerine dahil etmişti, bir de seungmin.

changbin’in beni arada çekingen gözlerle izlediğini görüyordum, bu bana deli deja vu yaşatıyordu ve kesinlikle hoşuma gidiyordu. “minho hyung sevgilime öyle bakmasana, korkmuş ya çocuk.” felix saçlarını düzeltirken gülerek beni uyarınca kaşlarımı kaldırdım. “neyden korkmuş?”

“senden kaslıyım ama dövmenden bir tık korkmuyor değilim şuan.” hyunjin dayanamayıp gülmüş ve “seni anlayabiliyorum.” demişti changbin’e. “çok korkunç birisisin bakma öyle.” inadına kaşlarımı çatıp bakınca felix’ten omzuma küçük bir yumruk yemiştim. “hyung! bakmasana ya öyle.”

“iki şaka da yaptırmıyorsunuz.” demiş ve kollarımı birbirine bağlayıp arkama yaslanmıştım, chris’in uzattığı kolunu unutmuşum tabii. “ay, şunlara bak! çok sevimliler.” felix yine yerinde durmayıp imalarını yapıyor, her hareketimiz de sevimli olduğumuzu söyleyip duruyordu. “tamam felix, sevimliyiz, sus artık, başım ağrıdı ya.”

chris bunu dedikten sonra kafasına changbin den bir yastık yemiş, chris de changbin’e öldürücü bakışlar göndermeye başlamıştı.

changbin’i sevdim.

“susma sevgilim.” demiş ve felix’ten bir gülümseme kazanmıştı changbin. ikisine göz devirmiştim chris ile birlikte. yani changbin’i sevmiş olabilirim ama cidden gördüğüm en vıcık vıcık ilişki onlarda, sarılmadan duramıyorlar.

jisung da hyunjin ile uğraşıyordu, ikisinin iyi anlaşmasına sevinmiştim. “yuh, hangi şampuanı kullanıyorsun? saçlara bak!” hyunjin iki eliyle saçları ile oynamış, “sır.” demişti, parmağı ile sus işareti yaparak.

“hyunjin gayet de katlanabilir birisi gibi duruyor.” demişti chris de bakışlarımı yakalayıp, öyleydi zaten. “kardeşinin aşkı diye mi bu inatçılığın?” kısık sesle söyleyince gülümsedim, daha sonra başımı sağa sola salladım. “alıştık birbirimize.” kafasını salladı anladığını göstermek için.

“sigara içelim.” dedi kulağıma eğilip, başta ürpersem de, başımla onaylayıp, “tamam.” dedim. biz balkona doğru ilerlerken, changbin “nereye?” diye sormuştu. nereye gittiğimiz belli oysa.

“sigara içeceğiz. geliyor musun?” changbin başını sallayıp ceplerini yokladı, paketinin orada olduğunu anlayıp peşimizden ilerlemeye başladı.

“küllük almadık ya.” changbin “ben getiririm.” diyerek balkonun kapısından dönmüş, mutfağa ilerlemeye başlamıştı.

balkona çıkar çıkmaz yüzümüze vuran ayaza gülümsedim, bu ayı pek sevmesemde, yaz ayazları güzeldir. sıcak ama serindir, ne hissettirdiğini sen bile anlamazsın, tek bildiğin güzel olduğudur çünkü, belirsiz şeyler hep güzel gelmiştir insana.

“sweat giyip durma.” dedim birden chris’e. sigarasını yaktıktan sonra bana bakmış ve “hâ?” demişti. “çıkar sweatlerini.” sweatlerini çıkarmasını isteme nedenim, yaralarından utanmasını istemememdi. istemiyordum işte, içimde bir yerlerde chris’e değer verdiğimin farkındaydım ben de. yaraları da utanacağı şeyler değil, onun yaşanmışlıkları.

“senden başka izlerimi gören olmadı, jisung ve changbin bile görmedi.” yaralarını sadece ben mi görmüşüm? garip. “olsun, yaralarından utanma.” chris gülümseyip içeri giren changbin’e baktı. kulağıma eğildi ve, “öyle de basit değil.” diyip sigarasının artan külünü gelen küllüğe döktü.

“hyunjin kaderi mi yaşayacağım?” dedi changbin bana bakarak, felix anlatmış olmalıydı. sonuçta, o gün ki ağlamadan sonra elbet merak ederdi changbin. “yaşarsın, felix de kardeşim çünkü.” changbin ağzındaki sigara ile gülerek, “tüh ya.” diye geveledi.

“kaybın için üzgünüm, gerçekten üzgünüm. öylesine üzülmedim yani, gerçekten üzüldüm, felix hıçkıra hıçkıra anlatınca anladım üçünüzün nasıl sevdiğini.” başımı salladım ve ben de sigaramı yaktım. “teşekkür ederim.”

“felix’e şarkı yazdın mı hiç?” diye sordum, şarkılarla sevgisini gösteriyordur diye düşündüm. gülümseyip kafasını salladı, “yazdım, birlikte söyledik ama yayımlamadık.” telefonunu eline alıp dosyalarına girdi. “eşek, bizim niye haberimiz yok?”

“hepiniz minho gibi düşünmüyorsunuz, ilk o sordu.” dedi ve dosyalarda favorilerim yazan kısma girdi, favorilerine almış bir de. romantik birisi olsa gerek.

hoş melodilerde bir şarkı çalmaya başlayınca hafif yerimde sallanarak dinlemeye başladım, sözleri tamamen aşk, hoşlanmak ile alakalı olması changbin’in felix’e yazdığını kanıtlar nitelikteydi zaten. “ne romantik adamsın be.” demişti chris de gülerek.

“diyene bak, aşık olmadan aşk şarkıları yazıyor.” chris de biten sigarasını küllüğe bastırmış, kafasını iki yana sallamıştı. “ne malûm?”

“anlamadım?” changbin çatılan kasları ile sormuştu sorusunu, ben de aynı şekilde bakmıştım. “aşık olmadığım, ne malûm?”

“ne?” demiştim şaşkınca, bu kadar kısa sürede bana aşık olması imkansızdı, bir iki yıl önce de çıkardığı aşk şarkılarını da düşünürsek, eğleniyor benimle. bu dediğinden sadece bunu çıkarabilirim.

“şaka yapıyorum ya, bakışlara bak.” diyip gülmüştü chris. içim biraz rahatlasa da, bir yerlerde buna inanmadım.

gerçekten aşık mıydı acaba?

tamam, yine itiraf etmeliyim, kıskandım.

güzelsin ya elbet,
eminim sen banasın

berk baysal, yaralarını ben sarayım.

çok seviyorum may minchan’i yalan yok

mayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin