“kahve için, teşekkürler jisung.” başını salladı kahvemi bana uzatırken. karşıdaki bir masayı başı ile işaret etti ve oturduk. “bu işten ciddi para kazanacağız, çok çalışsak da.”
“farkındayım.” jisung bilgisayarından işin detaylarını gösterirken kahvemi içiyordum, bir de dediklerini dinliyordum. şirket, ikimizi ortak çalışmaya yönlerdirmişti ve şimdi burada kahve içerken iş dağılımını tartışıyorduk.
“daha çok yan yana çalışmalıyız, fakat, şirkete pek gelesim yok benim.” benim de. başımla onaylıyorum. “benim evim pek uygun değil, yani ev arkadaşım biraz yalnızlığı seviyor da.” gülümsedi ve kahvesinden bir yudum aldı. “bizim çocuklar sorun etmeyecektir.” kaşlarımı çattım, bir evde kaç kişi kalınılabilirdi ki? “çocuklar mı, kaç kişisiniz?” kahvesini masaya geri koydu. “benimle beraber, üç.” başımı salladım, baktığın zaman çok garip değil, ama ben bazen hyunjin’e bile zor katlandığımdan garipsedim üç kişi olmalarını.
“güzel, iş çıkışı seninle mi geleyim yani?” kafasını salladı ve bitirdiği kahvenin kutusunu çöpe attı. garipsedim bu hareketini, normal olan olmasına rağmen. sürekli farklı isimler yazdırırdı o, atmazdı hiç. biriktirirdi hep.
çoğu, belki de hepsi, hyunjin’in odasında.
saymadım onları hiç çünkü neredeyse her gün kahve içerdi, barista onu tanırdı ve her seferinde adını öğrendiği için adını yazmaya çalışırdı ama o, kızardı baristaya ve ne istiyorsa onu yazdırırdı.
bir keresinde, “may”, yazdırmıştı. aynısından hyunjin'e de yaptırmıştı ve beraber mayıs yazan kahvelerini içtikten sonra gülümsemişlerdi, bense onları izlemiştim. kabul etsem de, etmesem de, hyunjin onun mutluluğuydu.
mayıs akşamında tanışmışlar. mayıs’ın bir akşamında öpüşmüşler, o bunları sadece bana anlatırdı. çünkü ne onun, ne benim başka anlatacak kişisi yoktu.
“hey, minho, iyi misin? daldın gibi.” daldım, daldım çünkü, hayat çok adaletsiz. “kusura bakma.” başını salladı problem değil dercesine. “sana hyung demiyorum ama, sorun yok, değil mi?” bana çoğu kişinin hyung demesine izin vermem. “hayır, muhtemelen deseydin istemezdim zaten.” gülümsedi. “ah, çok iyi o halde.” bende içtiğim kahveyi masanın üstünde bıraktım, hep böyle yapıyordum. belki geri dönüşüme atarlar diye düşünüyordum, çevreye bir katkım olurdu belki.
“şirkette bir işimiz yok, bana geçebiliriz.” başımı salladım. “benim de bilgisayarımı almam gerekiyor, sen numarama konum at, ben taksi ile gelirim.” telefonuna girip mevcut konumunu yollamıştı bana, “unuturum yoksa.” diyerek de açıklamıştı kendisini.
...
...
“küçük bir market var, yanındaki apartman, değil mi?” onaylamıştı beni telefondan. “burada duracağız.” dedim taksi şoförüne ve durdurdu otomobili. cebimden parayı çıkartıp uzattım, üstünü almadan da çıktım, bozuk para taşımayı pek sevmiyorum.
zaten çok da bir para üstü kaldığını düşünmüyorum.
aslında eve gidince bilgisayarımı alıp hemen jisung’a giderim diye düşünmüştüm ama hayır, akşama kadar evde oturmuştum. akşam olmuştu ve gelmiştim işte.
apartman’ın kapısına geldiğimde kapının çoktan açılmış olduğunu farkettim, muhtemelen önden açmıştı jisung. kapıyı açıp asansörlere ilerledim, ikinci katta oturduğunu söylemişti, asansördeki iki tuşuna basıverdim bu yüzden.
asansör ikinci kata geldiğinde biraz şaşırdım, her katta bir tane daire var. ilginç.
kapıyı tıklattım ve beklemeye başladım. çok uzun da sürmedi kapının açılması, jisung hemen açmıştı kapıyı. “hoşgeldin, salona geçebilirsin.” başımı sallayıp salona doğru ilerlemeye başladım.
koltukların hemen önüne bir çalışma masası koymuştu. bilgisayar çantamı masanın üstüne koyup bilgisayarımı çıkardım bende. “içecek bir şeyler?” seslenmesi ile gözlerimi üstüne diktim. “soğuk bir şeyler varsa.”
“tabii, eksik olmaz bizde. hemen getiriyorum.” mutfağa doğru ilerledi, bir şarkı da tutturmuştu dudaklarının arasında.elinde iki kola bardağı ile gelince tebessüm edip aldım bardağı. “eh, başlayalım artık.” başımı salladım bende. işimiz için gerekli olan programa girip ayarlarını yapmaya başladım.
yaklaşık bir yarım saat, kırk beş dakika susup çalıştık ikimiz de, şimdilik birbirimize ihtiyacımız yok gibiydi.
kapının anahtar ile açılma sesini duyunca odağımı kaybettim istemeden, jisung da kaybetmişti. gelecek kişiyi beklemiyor olmalı ki kaşlarını çatmıştı. “hyung?”
“hm?” mırıldanma sesini duyan jisung tebessüm etti hafif. “niye geldin? bu saatte beklemiyordum.” ses gelmedi bir süre. “sıkıldım, başım şişti.”ses tanıdık.
“salona gelsene.” bu sesin sahibi iki gün önce barda benimle tanışan çocuktan başkası değil, cidden, nasıl.
geliyor o da, kıvırcık sarı saçlarına gelişi güzel bir siyah bere geçirmiş, yine bu sıcaklarda üstünde bir sweat var. gözleri beni buluyor onunda ilk, şaşırmış en az benim kadar.
daha sonra yanağında dilini gezdirdi, gamzeleri ortaya çıktı. bu hareketi neden yaptığını bilmiyorum. “selam minho, yeniden karşılaşmak güzel.” tebessüm ediyorum bende istemeden, bir gün önce postasını gıcık olup sildiğim adamın evinde olmam biraz daha sinir ediyor beni. “selam chris.”
“ikiniz nerden tanışıyorsunuz, yoksa,” duraksayınca kaşlarımı çattım jisung’a, cidden on beş dakika konuştuğu kişiyi arkadaşlarına mı anlatmıştı? “o.” dedi chris de. bundan zevk alıyor gibi gülüyordu hâlâ, benim birileri ile flört etmeye hiç halim yok cidden, beni gözüne kestirmesi garip.
“eh, bir şekilde yine yakaladım seni.”
seni kaybetmek beylikdüzü’nde yaşamak gibi,
ikisi de hayatımın gerçeklerikaan boşnak, uzatma n’olursun II.
![](https://img.wattpad.com/cover/316389789-288-k74143.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
may
Fanficbanginho, tamamlandı. mayıs'ın akşamını özel yapan bir tutam aşktı, sağında ya da solunda, yine de bir şekilde, aşk buradaydı, mayıs akşamında.