on sekiz

1K 139 174
                                    

"bence buradaki ramenleri de bir dene, güzel oluyor." kaşlarımı kaldırdım önümdeki menüyü incelerken, changbin sevdiği aromayı gösterirken, felix de gösterdiği ramene bakmaya çalışıyordu. gördüğünde, beni de dahil, changbin ve chris'i de şaşırtacak şekilde, "minho hyung sebzeli ramen sevmez ki." demişti. gerçekten de sevmezdim, bildiğini düşünmüyordum yine de.

"tavuklusunu da deneyebilirsin." demişti changbin şaşkınlığını atlattıktan sonra, felix'in küçük detayları unutmaması beni hep şaşırtırdı. en son üç dört sene önce sebzeli ramen yemiştim ve ağzımı yüzümü buruşturup iteklemiştim rameni, ne bileyim, beğenmemiştim. "tamam, tavuklu alayım."

"et de yiyelim, sadece ramen yemeye mi geldik?" chris önündeki menüyü incelerken changbin başını sallamış, ortaya et söyleceğinden bahsetmişti. chris menüyü bırakıp arkasına yaslanmıştı, yan yana oturan felix ve changbin'in aksine biz karşı karşıya oturuyorduk.

buraya gelmek felix'in fikriydi aslında, changbin ile sürekli geldikleri bir restoran olduğunu, akşam yemeğinde buluşup burada yemek yemek istediğini söylemişti. tamam demiştim, sonuçta işim falan yoktu. aslında hyunjin de gelir diye umuyordum, bugün izin günüydü ama dışarıda seungmin ve jisung ile olduğunu, gelemeyeceğini söylemişti.

bu durum cidden de hoşuma gidiyordu, hyunjin'in sonunda arkadaş edinmesi ve birilerine anlatması da hoşuma gidiyordu. o gecenin sabahında üçlünün gözlerini şişmiş bir şekilde görünce anlattığını anlamıştım aslında, yine de sorduğumda, "üzücü bir film izledik." cevabını almıştım. tabii ki de film izlemediklerini biliyordum, yine de üstelemeyip, "peki." dedim.

hyunjin cidden iyiydi, her gece odasına kapanıp, hâlâ sevgilisi ile konuştuğunu biliyordum. her şeyini anlattığı kişi oydu, hatta bazen duruyor, kedilere dolu dolu gözlerle bakıyordu, hyunjin gerçekten kedileri jeongin'in gönderdiğine inanıyordu. öyle ki, beni bile bu düşüncenin içine çekmişti, soonie ile jeongin'i konuşmuştum.

bunu çok sık yapmam, jeongin hakkında zihnim dışında sesli bir şekilde konuşmadım. ama turuncu kedimin bakışları beni içine çekti ve konuştum işte, üzücü bir konuşma değildi, beni mutlu hissettiren anlarımızı anlatmıştım.

felix bir keresinde şey demişti, "jeongin den ölü gibi bahsetmeyi sevmiyorum, uzaklara taşınmış bir arkadaşım gibi bahsediyorum. öyle çünkü, hâlâ benim arkadaşım." bunu söylemesi hoşuma gitmişti ve ben de öyle yapmaya başlamıştım zaman zaman, jeongin'in anılarını gülerek anlatıyordum. bunu yapmak iyi geliyordu bana.

"e sipariş verelim o zaman?" chris'in üstümdeki gözleri ile sorduğu soru beni kendime getirdiğinde başımı salladım ve menüyü masaya bıraktım. changbin garsona yemeklerin adını söylerken önümdeki sudan bir yudum aldım, chris de arkasındaki bir yere gözlerini kitlemiş, kaşlarını çatarak oraya bakıyordu.

yine de başımı arkaya çevirmedim, arkada her kimi izliyorsa, ona bakan gözlerini hissetim ama, daha çok fazla şey de hissettim, kıskançlık. evet, kesinlikle kıskanmıştım.

bakışlarımı chris'in üstünden çekip changbin'e sırnaşıp, kedilerimiz hakkında konuşan felix'e çevirdim. "bence en tatlısı dori, diğerlerinden küçük diyedir diye belki, bilmiyorum." kaşlarımı çattım, evlatlarımı ayırmaya izin veremem.

"ayırmasana evlatlarımı." felix kıkırdadayıp omuzlarını silkmeye başlamıştı. chris'in bakışlarının sonunda bizim tarafımıza döndüğünü farketmiştim ama ona bakmak istemedim, sinirli hissediyordum. ilk kez birisini kıskandığımı hissediyordum ve bu his bana aşırı saçma ve delice geliyordu.

"yazık değil mi soonie ile doongi'ye?" diye gülerek soran chris'e bakışlarımı yine çevirmedim, felix "ay size ne ya!" diyerek bizimle tartışmaya başlasa da, umursamadan chris'e bakmamaya çalışmaya devam ettim. changbin bir gariplik olduğunu anlamıştı, yani, hissediliyordu da bence zaten.

"yemekler geldi." dedi rahatsızca kendini düzelterek, ortam onu da germişti sanırım. aslında, onun da aynı yere baktığını farketmiştim, çatılan kaşlarım daha da çatılmıştı. ikisi de kime bakıyordu?

ortaya bırakılan yemek çubuklarını biraz sert bir şekilde alıp tepkimi ortaya koymuştum, başkasını izlemeye geldiysek bundan pek hoşlanmadım. ikiside -hatta üçü de.- bakışlarını bana çevirmiş, ben de o sıra birbirine yapışık olan çubukları sertçe ayırmıştım. gözlerimin tek muhabbatı şuan felixdi, ikisine de deli sinir olmuştum.

hadi chris'i geçtim, changbin niye izliyordu? chris baktığı için baktığının farkındaydım ama yine de sinirleniyordum işte, her şeye sinirlenesim vardı şuan. "başlayalım ya bizde yemeğe." demiş ve felix de önündeki çubukları tek tek chris ve changbin'e uzatmıştı. kendi çubuklarını da açıp, çubuklarını gıcıklık olsun diye ramenime daldırmıştı, felix yine aynı felixti.

"istesen vermez miyim? niye çubuklarınla işgal ediyorsun yemeği." homurdana homurdana konuşunca chris'in kıkırdadığını farkettim, kaşlarımı çatarak karşılık verdiğimde yüzündeki gülüş gitmişti ama inanın, şuan hiç umurumda değildi. felix de, beni tınlamadan ramenimden yiyip, changbin'e ramenin güzel olduğundan bahsetmeye başlamıştı.

changbin yine odağını felix'e vermişti, birlikte etleri kaynar suda pişirip, birbirlerine yediriyorlardı. chris de aynı yeri izleyip yerinde sallandı, bir kaç dakika sonra, "siktir ya." dediğini duymuştum.

yanımıza siyah uzun saçlara sahip, dehşet güzel bir kız geldi, gözlerinin odağı chris idi tamamen. "âh, selam chris." kendisi gibi sesi de bir o kadar olan kızın, ortamda kimse yokmuş gibi sadece chris'e selam vermesi üzerine hepimiz kıza bakmaya başlamıştık. kimdi bu?

"selam haeun." demişti chris de ve ellerini boynuna götürüp kaşımıştı, gerildi mi o? kesinlikle kötü hissediyordum.

kız çok garip şekilde birden ağlamaya başlamıştı, sadece masada şok içinde bakanlar biz değil, tüm restoran bize bakıyordu. ağladığı gibi sandalyesinde oturan chris'in boynuna kollarını dolaması yutkunmama sebep oldu, chris'in tepkilerini göremiyordum yan oturduğu için, ama ne kızı ittiriyor, ne de sarılıyordu.

"seni çok özledim, bir daha olamaz mıyız?" dakikalardır izlediği kız eski sevgilisiymiş, harika. kalbimin deli kırıldığını hissetmiştim, tamam, çıkmıyorduk ama ikimizin arasında chris ile arkadaşlıktan öte şeyler vardı. daha iki gün önce birlikte balkonda flört olduğumuza dair konuşma yaptıktan sonra, boynunda ağlayan eski sevgilisini görmek sinirlerimi bir hayli bozmuştu.

her hangi bir şey söylemeden elimdeki çubukları bıraktım, cüzdanımı çıkarıp hesabın ne kadar geleceğini bilmediğim için ona yakın meblada bir para bırakıp, "afiyet olsun size." diyerek kalktım. changbin ve felix bana şok içinde gözlerle bakıp bir şey demediler, demelerini de beklemiyordum zaten.

chris'in yanından geçerken, kızın kollarını itelemeye çalıştığını farketmiştim. yine de gözlerimi tam üstüne dikip, ne demek istediğimi söylemiştim. kesinlikle kalbim çok kırılmıştı.

bu yaptığım bakıldığı zaman çocukça bir hareketti, biliyordum ama yapacak bir şey yoktu, buydum ben. tepkilerimi kontrol etmeye kalkınca her şey daha da berbat oluyordu.

ayaklarım yine bara gidince aptallığıma gülümsedim, chris gelsin ve beni bulsun istiyordum. lâkin, chris'in gelip beni burada bulabileceğini, zihnim de, kalbim de biliyordu, bir yerde chris'i de istiyor, ona alıştın diyordu.

belki de ben de sevgiyi istiyordum.

ismin bir şarkı ve,
ben hep seni söylerim

yüzyüzeyken konuşuruz, uykusuz ve dengesiz.

bence jeolous minho sevimli

mayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin