on

1.1K 167 55
                                    

karşıdan gelen chris’i gördüğümde, banktan kalktım yavaşça. yürüyeceğimizi söylemiştim çünkü.

yine, -bence artık onun klasiği bu.- siyah sweati'ni üstüne giymiş ve bana doğru geliyordu, sweati'inin şapkasını da geçirmişti sarı ve dalgalı saçlarının üstüne.

“n’aber?” dedim yanıma ulaştığında, hafif bir tebessüm edip yürürken, kısık ama duyulmayacak kadar da olmayan bir ses ile, “iyi.” dedi.

diğer günlere nazaran, bugün biraz daha moralsiz gibiydi ama üstüne gitmedim. sadece bana da nasıl olduğumu sorsa hoş olabilirdi. kaba.

bir süre sonra, farkına varmış olacak ki, sessizce yürümemize ses getirmişti. “sen nasılsın?” iç çekip ellerimi cebime koydum, hava bir tık esiyordu. “iyiyim ben de.”

“neden iyisin?” diye bir soru yöneltti bana, kaşlarımı çatarak suratına baktım, kendini hemen açıkladı. “herkese kötü olduğunu söyleyince, ‘neden?’ diye soruyorlar, ben de neden iyi olduğunu sordum işte.” güldüm bu dediğine. “bilmem, kötü bir şeyler olmadı şu sıralar. şimdilik iyiyim.”

başını salladı. sessizliği beni bir hayli geriyordu doğrusu, genelde sessiz olan ben olurdum, şimdiyse ikimiz de sessiziz. “sen neden iyisin?” diyiverdim birden, saçma sapan bir muhabbet yapıyor olsak da, en azından sessizlik olmazdı. gülümsedi soruma. “değilim aslında, seni geçiştirdim.”

kaşlarım çatıldı, bunu farketmiş olacak ki, bir şeyler demek için ağzını açtı ama sonra geri kapadı. sonra konuştu. “babam, kardeşlerime biraz sorun çıkarmış da, karışık biraz.” başımı salladım. “senin de mi ailen ile sorunların var?”

gözlerini bana çevirdi, göz altı morlukları gün yüzüne çıkmıştı yavaş yavaş. “hhm, baya.” sesi az da olsa duyulacak şekilde verdim nefesimi, benzediğimiz bir yön bulmuştum sanırım. “benim de var.”

gözlerini benden çekmedi, bir şey diyecek gibi oldu ama sonra sustu. ne diyeceğini merak etsem de, üstelemedim.

bir süre sahilin kayalıklarına kadar yürüdük. kayalıkları gören chris, “sigara içmek istiyorum.” diye mırıldandı ve kayalıkların üstüne çıktık birlikte.

yan yana duran kayalara oturup, alttaki denizi izlemeye başladık. chris sigarasını içerken pek konuşmuyordu, bense o konuşmadıkça, bu aktiviteyi tek başıma da yapabileceğimi düşünüp duruyordum.

hyunjin’i kırmamak için dünyanın en sıkıcı randevularından birisine geldiğimi kendime itiraf etmeliyim.

ama yine de, bencil olmak da istemiyorum. moralinin bozuk olduğunu söyledi, bu yüzden konuşmuyor. yoksa, daha önceki buluşmalarımızdan çıkarımım; kesinlikle iyi bir sohbeti var.

sigarasının dumanını üflerken konuşmaya başladı birden. “biliyor musun minho?” denizden başımı çevirip ona baktım, o hâlâ denize bakıyordu. “neyi?” gülümsedi yine. “bence oldukça güzelsin.”

söylemiştin demek istiyorum ama muhtemelen sarhoşken söylediğini hatırlamıyordu. “teşekkür ederim.” rica ederim demek istercesine başını sallıyor.

“ve, kokun da öyle.” bu dediğine şaşırıyorum, kokumu nereden tanıdığını merak ediyorum doğrusu. “hırkana sinmiş, o koyu gri hırkanın sana ait olduğunu biliyorum.” yani, bilmesine pek şaşırmadım. sürekli giydiğim bir hırkam da bir anda onun oluvermişti, kokumun sinmesi de oldukça normaldi.

tamam, kokumun güzel olduğunu söylemesi hoşuma gitmişti.

“artık senin, kendin dedin.” güldü bu dediğime. “benim.” diye mırıldandı o da.

“gelecek misin bize?” başımı salladım. bir kaç gün sonra iş için jisung’a gidecektim yine, veya chris’e, nasıl söylenmesi gerekirse. “çok uzun ve yorucu bir iş sanırım.” buna da salladım başımı, parası iyi oldukça ne kadar çalıştığının bir önemi kalmıyordu. “parası iyi.” dememe güldü. “jisung da dedi aynısı.”

“normal, çünkü şirketin en çok gelir sağlayacağı işlerden birisi.” şirketin ikimizi seçme sebebi de, ne kadar şirkete çağırılmadıkça gitmesek de, işlerimizi zamanında teslim eden çalışanlar olmamızmış. jisung ile bir iki işte de denk gelmiştik, uyum yakaladığımızı da düşünmüşler. tabii, onlar küçük işlerdi ama bu iş epey büyüktü ve şirketin eli ayağıydı.

her neyse, iş konuşmak pek sıkıcı. “bir aksaklık çıkmaz umarım.” sigarasının çöpünü kayaların arasına koydu, yakınlarda bir çöp yok gibi duruyordu. “bilmiyorum, çıkmaz umarım.”

öyle hemen bitecek bir işte değil, muhtemelen aylarımızı da alacak ama bir sorun çıkacağını da düşünmüyorum.

“bir şeyler içmek ister misin?” başımı sağa sola salladım, inanın hiç kafamı bulandırasım yoktu. “alkol değil, iyice ayyaş belledin beni sen de.” güldü bu dediğine, ben de kıkırdadım.

kıkırdadığımı görünce yüzündeki gülüş solmuş, gözlerini gözlerime kitlemişti. “noldu?” dedim gülümserken. “güldün.”

ekledi daha sonra. “en fazla gülümserim demiştin, güldürdüm seni.” o an farkettim ben de, sahi ya, güldürmüştü beni.

“güldüm.” dedim ben de onu onaylamak istercesine. “yakışıyor sana gülmek, gül sen.”

gülümsemem arttı. “gülerim.”

ama seni her gördüğümde,
baş üstü düşüyorum dünyaya

deniz tekin, yıldızlar.

mayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin