“annen kansere yakalandı, söyleceklerim bu kadar minho, gelir görürsün belki.” ölsün, umrumda bile değil.
gecenin dördünde uykumdan uyandırılıp yaptığım konuşmaya, “tamam.” cevabını verdim sadece, yüzümde her hangi bir mimik değişimi, üzüntü, mutluluk ya da başka hangi duyguları söylemek isterseniz, olmadı. olmayacak da, tek bildiğim karma gerçekmiş sahiden, annemi de bir güzel vurdu.
babam telefondan bağırmaya başladı. “sen, ne istiyorsun bizden? kardeşine baktık biz, en güzel hastanelere yatırdık onu, ölmesi bizim sorunumuz mu, tamamen hastalığı ile alakalı.” yattığım yatakta hafif dikelmiştim bu söylediklerinden sonra, kaşlarım hemen çatılmış, sesim de olduğundan yüksek çıkmıştı, amacım uyuyabilen chris’i uyandırmak değildi.
“bir kere gelip baktın mı kardeşime, babalık yaptın mı? öyle en pahalı şeyleri yaparak baba mı oluyorsun sen, siz aile mi oldunuz? zevk için doğurdunuz kardeşimi, ismini bile ben koydum!” chris birbirine kırışmış kirpiklerini kırıştırmaya başlamış, dağınık saçları ile alttan bana bakmıştı, kaşlarını hafif çatarak beni izlemeye başlamıştı. neler olduğunu anlamaya çalışıyordu muhtemelen.
“doğru, şirketin başına geçersin diye bekledik ama gittin, aptal bir yazılımcı oldun, ne kadar kazanıyorsun minho, söylesene bi.” hafif esneyip sorusunu cevapladım. “bana yetecek kadar, başka sorun?” öyle çok da para kazanmama gerek yoktu, az falan da kazanmıyordum ayrıca, gayet yeterli kazanıyordum, yaşadığım evi geçindiriyor, kendime çokca para ayırabiliyordum.
“hayal kırıklığından başka bir şey değilsin, en iyi okullara gittin, hepsi annen ve benim sayemde oldu, şimdi gelip seni büyüten kadını görmek bile istemiyorsun. başkası senin yerinde olsaydı neler yapardı.” içimden bir of çekmiş ve beni izleyen chris’e bakmıştım, hâlâ uyanamamıştı tam. kim böyle uyanmak ister ki zaten?
“tüh ya. neyse napalım artık, belki bir tane daha yapar büyütürsünüz, üzülme.” babam küfürlerini sıralamaya başlayınca gülümsedim, istediğim buydu, çıldırması. aynen bu şekilde çıldırmasını istiyordum. “yine de annen üzülmesin diye, gelmeye çalıştığını söyleyeceğim. ve sen, annen ölürse anlayacaksın ne olduğunu.”
“sizin jeongin öldüğünde göz yaşı bile dökmediğiniz gibi, annem ölürse gülerek izleyeceğim, kardeşime yaptıklarınız yüzünden onun yanacağını bilerek herkesten mutlu olacağım.” bunu demem babamı daha da sinirlendirmiş, telefonu yüzüme kapamıştı. istediğim de buydu zaten, bir an önce susmasıydı. gecenin dördünde arayıp annemin kanser olduğunu söylemesi umrumda bile olmadı, nefret ettiğim bir insanın ölüm eşiğinde olması umrumda bile olmayacak.
chris yastığının üstünden bana bakarak, “ne oldu?” dedi uykulu sesiyle. uyku problemleri olan birisini uykusundan uyandırdığım için garip hissediyordum, belki, suçlu. “hiçbir şey, uyumaya devam edelim.”
“annem ölürse falan dedin, ne oldu?” bu konu hakkında konuşmak istemesem de ısrar edeceğini ve merak edeceğini biliyordum. onu yargılamıyorum, insanın doğasında var merak. “kansermiş.” dedim ve pes ettim ben de, chris’in gözleri şok içinde açılmış, bana bakıyordu, üzüldüğümü falan düşünmüyordu umarım.
“çok mu büyük evresi?” omuzlarımı silktim, umrumda falan değildi, bunları sorması da hoşuma gitmiyordu. “umrumda değil ki, ölürse de olmayacak chris.” chris başını sallayıp, yatağın başlığının alt kısmına daldırdı bakışlarını. yine bakışlarını bir konu yüzünden daldırmıştı, onu izliyordum ben de.
“uyandırdığım için üzgünüm, jeongin hakkında konuştuğu için, kendime hakim olamadım.” chris gülümsemiş ve bakışlarını tekrar bana çıkarmıştı. “ben de bir abiyim minho, anlıyorum seni. sorun etme.” doğru, beni anlıyor.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
may
Fanfictionbanginho, tamamlandı. mayıs'ın akşamını özel yapan bir tutam aşktı, sağında ya da solunda, yine de bir şekilde, aşk buradaydı, mayıs akşamında.