dokuz

1.1K 164 67
                                    

“hoş geldin hyung.” başımı sallayarak hoş buldum demiş oldum hyunjin’e. markete gittiğim sırada eve gelmiş olmalıydı.

elimdeki market poşetlerine uzanırken konuştu. “söyleseydin ben giderdim markete.” omuz silktim, hava almak istiyordum zaten. beş gün sonra, jisung ile yaptığım şu işe yine devam edecektim ve şu sıralar, hava alarak dinlenmek mantıklı geliyordu.

dün de tüm gün dışarıdaydım zaten.

eskisinden sık çıktığımın farkına varmak zor olmuyor. “ben de seni evde göremeyince, yine birisi ile buluşmuşsundur sandım.” tek farkına varan ben değilmişim, hyunjin gülümseyerek malzemeleri dolaba yerleştirirken nefesimi verdim.

“hyung.” bakışlarımı hyunjin’e çıkardım. “kim o? sürekli buluştuğun o kişi yani.”

bu soruyu sormasını bekliyordum, fakat ne cevap vereceğimi ben de bilmiyorum ne yazık ki. flört desen, değiliz, arkadaş da değiliz, garip bir ilişki var aramızda. “güvenmeye çalıştığım birisi.” diyiverdim birden, çünkü tek emin olduğum gerçekten birisine güvenebilmek. güvendiğim öyle çokta birisi yok, hyunjin’e güveniyorum, bir de ona, bu kadar.

ama insanın daha fazlasına ihtiyacı oluyormuş demek ki. gerçekten birilerine ihtiyacım var, gülmeye de gülümsemeye de. imkansız değil ama kendimi bunu yapmak için ne kadar hazır hissettiğimi hiç bilmiyorum.

hyunjin bu dediğime her hangi bir şey dememiş, malzemeleri yerleştirmeyi bitirdikten sonra karşıma oturmuştu. “bana güvenmiyor musun yoksa hyung?” gülümsedim. “alakasız. sadece yeni birilerini istiyorum.” kahve makinesinden bir ses gelince kalkıp kupalara kahve doldurdu.

“benden mi sıkıldın?” yanlış anlaması yüzümdeki tebessümü arttırdı. yirmi iki yaşında ama hâlâ çocuk gibi. “hyunjin, yeni birilerini istiyorum dediğimde ‘seni hayatımdan çıkarıyorum.’ demek olmuyor bu. hâlâ en çok güvendiğim kişi sensin.”

kahveleri masaya koyup otururken yüzünün güldüğünü farkettim, hyunjin’e pek fazla böyle şeyler söylemediğim içindi muhtemelen bu gülümseme.

gülsün, en çok onun gülüşünü severdi.

“gerçekten ben miyim hyung?” başımı salladım ve kahveden bir yudum aldım, hafif yüzümü buruşturdum. şekeri biraz fazla kaçmıştı kahvenin. “öyle. dedim ya, belki de sahiden birilerine şans vermeliyimdir.”

“öyle isteyeceğine eminim.” gerçekten, öyle isterdi. muhtemelen şuan ikimize kendi kabuklarına çekilmiş kişiler olduğumuz için deli kızdığının da farkındaydım, ama deniyordum işte, onun için deniyorum. “hyunjin, sen?”

bunu demem üzerine bakışlarını masaya kitleyip kahvesini karıştırdı, gerilmişti. kendine bir arkadaş dahi bile edinmediğini öyle iyi biliyordum ki. “hyunjin. kızar sana.”

“kızdı zaten.” diye mırıldandı. “nasıl?”
“rüyama girdi, önce sarıldı, sonra da kızdı. ‘ben öldüm diye sevgilim de ölemez’ dedi.” hyunjin’in sesi sonlara doğru kısılınca iç çekip sandalyemde geriye yaslandım.

“doğru söylemiş, hayatında sadece ben olamam, biliyorsun değil mi? kendine arkadaş edin.” bakışlarını masadan çekip bana kitledi. “hyung, deneyeceğim, gerçekten.” gülümsedim bu dediğine.

denemesini istiyordum, ikimiz de onun için bir şeyler yapsak da, ikimize de bir o kadar iyi geliyordu bu. eminim ki hyunjin, arkadaşları olduğunda az da olsa kafası rahat edecek. odasında, yalnız başına kaldığında tek yaptığı üzülmek, bu ona iyi gelmiyor. benim kardeşim için üzülse de, gelmiyor.

“peki, güvenmek istediğim birisi dediğin, geçenlerde gelen çocuk mu?” başımı salladım o der demez. “ne var ki aranızda?”

gerçekten kocaman bir soru işareti. flört olduğumuzu söyleyemem, tamam, o biraz atılgan bu konuda ama, ben hiç bir ışık vermeyince bunun flört falan olduğunu düşünmüyorum. flört dediğin karşılıklı olur.

“ben de bilmiyorum ki. flört desen değil, değiliz desen de değil.” hyunjin merakını belirten mimiklerini sergilemeye başlayınca devam ettim anlatmaya. “ona aşk konusunda bir şans vermemi söyledi, reddetmedim. dün onunlaydım, iyi birisi gibi ama,” sözümü kesen hyunjin’in sorusu olmuştu. “peki cidden şans verdin mi?”

bu soru beni biraz düşündürdü. evet, şans verdiğimi söyledim ama sanırım bu konuda onun kadar atılgan değildim. sağa sola salladım başımı. “bak hyung. eğer sadece o çabalarsa, bu iş başlamadan biter. birde sen, gerçekten güvenmek ister gibi görünüyorsun.”

chris gerçekten de güvenmek istediğim birisi, çünkü, sorunlarıma saygı duyacağını düşünüyorum. bilmiyorum, sadece içimde bir yerde, bahanesiz, bir güvenme isteği var ona.

“ne demeye çalışıyorsun?” dedim. “belki şimdi de randevu teklif etme sırası sendedir diyorum hyung. eğer gerçekten bir şans vermek istiyorsan, çekinme.”

doğru söylüyordu, belki de sahiden dediği gibi ben de çabalamalıydım biraz da olsa.

“yazayım mı?” hyunjin kahvesinin son yudumunu aldıktan sonra gülümseyip başını salladı. “yaz hyung.”

iç çekip masanın üstünde duran telefonumu alıp, chris’e mesaj attım. yazdığım tek şey “akşam sahilde yürüyelim mi?” olmuştu.

bir iki dakika sonra cevap vermişti. “olur, yürürüz.”

yıkılırken kumdan kalelerim karşında,
zırhı paslanmış bir kahraman gibiyim

kalben, sadece.

mayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin