9.Bölüm| Gemi

701 50 2
                                    

Eylül bitmiş Ekim gelmişti

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Eylül bitmiş Ekim gelmişti. Sonbahar kendini iyice gösterirken ben ilk gün ki heyecanla çalışmalarıma devam ediyordum. Daha doğrusu devam ediyorduk. Geride bıraktığım bir ayın her günü dolu dolu geçmiş belki de en güzel Eylül'ü geçirmiştim. Her gün okul çıkışı kendimi sınıfta buluyordum. Anıl nasıl bir sınıf öğretmeniydi bilmiyordum ama harika bir matematik öğretmeniydi. Güzel anlatıyordu. Bazen, yılların vermiş olduğu paslanmışlık yüzünden, biraz fazla soru soruyor ve geç anlıyordum. Ama yüksek bir sabır ile sorularıma tek tek cevap veriyordu.

Sanırım ben çocuklardan daha şanslıydım. "Piknik örtüsünü de koy" diyen annem ile piknik sepetine son olarak elime tutusturduğu örtüyü de koydum.

"E yeter artık" dediğimde eksik bir şey var mı diye etrafına bakınıyordu. Alt tarafı eve 10 dakika uzaklıktaki gölün kenarına gidecektik.

Havalar iyice bozmadan çocuklarla birlikte piknik yapma fikri olduğunu söylemişti Anıl. Sonrasında nasıl olduysa buna neredeyse tüm köy dahil olmuştu. Ali koltuk altına sıkıştırdığı top ile yanıma geldiğinde bana göz kırparak "Ee yine bizimle maç yaparsın değil mi? Ama benim takımımda olacaksın" demişti. Hayretle ona baktım. Normalde beni asla oyununa dahil etmezdi. Çünkü daha önce de söylediğim gibi oyunun zevkini sadece ben yaşardım.

"Bilmem, bakarız"

"Hazırsak çıkalım mı artık?" dedim, babama. Anneme kalsa asla çıkamazdık çünkü. Babam kapıyı işaret ettiğinde piknik sepetini aldığım gibi dışarıya çıkmıştım. Anıl da kapıda bizi bekliyordu. Yüzü her zaman ki gibi değildi. Yani gülmüyordu.

Belki de yeni uyandığı içindi. Ben yeni uyandığımda hiç sevimli biri olmuyordum da..."Günaydın" diyerek selam verdiğimde "Günaydın" demişti. Ve elimde ki piknik sepetine uzanmıştı. "Ben taşıyayım" dediğinde itiraz etmedim.

Ali topu ile oynaya oynaya yürümeye başladığında annem ve babamda elleri kolları dolu çıkmıştı.

Yürüdükçe yolda yanımıza birileri katılıyordu. Çok sürmeden göle ulaşmış ve hemen ardından piknik örtülerimizi sererek hazırlığa başlamıştık. Bu sırada Anıl, çocuklar ile kağıttan gemi yapıyordu. Bunun için eski gazeteleri kullanıyorlardı. Sanırım şuan bulunmam gereken yer, sofraya zeytin koymak değil kağıttan gemi yapmaktı.

Çocuklar daire şeklinde Anıl'ın etrafına oturmuş, nasıl yapacaklarını izliyorlardı. Hemen çocukların arasına oturarak Anıl'ın önünden bir kağıt çektim. "Ne yapacağız hocam gölde mi yüzdüreceğiz?" dedim.

Başını salladığında ona bakarak kendi gemimi yapıyordum. Önce kağıdı ikiye katlamıştık. Sonra köşeleri birbirine değecek şekilde bir daha katlamıştık. Ama bundan sonrasını kaçırmıştım. "Hocam nasıl yapıyorduk ya?" dediğimde elimden kağıdı alıp göstermek istemişti.

Eli elime değdiğinde ona bakmak yerine gazetede ki ilgimi çeken haberi okuyordum. Bu bir dizi sahnesi olsaydı, kamera 10 saniye kadar ellerimizde oyalanır sonra ekrana yüzlerimiz gelirdi. Dakikalarca birbirimize bakar ve sonra hızlıca ellerimizi çekerdik. Ama öyle bir şey olmamıştı. Çünkü biz dizi çekmiyorduk ve dizilerde ki gibi aşık bir çiftte değildik. Ve ben ne saçmaladığımı da bilmiyordum.

Bana gayet güzel bir şekilde nasıl yapmam gerektiğini tarif ettikten sonra tek tek çocuklarla ilgilenmeye başlamıştı. Herkesin gemisi hazır olduğunda gölün kenarına dizilmiş ve heyecanla gemilerimizi bırakmıştık. Kiminkisi karşı kıyıya kadar gidecekti? Maalesef benim ki koyar koymaz yan yatmış ve hiç ilerleyememişti. Göz ucuyla çocuklarınkine baktım. Ali'nin ki baya ilerlemişti. Ama diğerleri batmak üzereydi. Ali'nin gemisinin biraz ilerisinde de Anıl'ın vardı.

Ali'nin gemisi de battığında hepimiz Anıl'ın gemisine kilitlenmişti. Önemli bir maçta gol bekler gibi bir hava vardı şuan. Sanki gemi kıyıya ulaşsa herkes 'Goool' diye bağıracaktı. En azından ben öyle hissediyordum. Göz ucuyla Anıl'a baktım. Üzerinde beyaz keten bir gömlek, altında ise siyah bir pantolon vardı. Ellerini cebine koymuş şekilde gemisini izliyordu. Gemi yıpransa da batmadan karşı kıyıya ulaşmıştı. Anıl tebessüm etmekle yetinirken az önce bahsettiğim şekilde bir sevinç çığlığı çıkmıştı çocuklardan. Utanmasam bende öyle bir çığlık atardım.

"E hadi gelin, kahvaltıdan sonra oynarsınız"

🍃
"Nergis Abla" Ali'nin ismimi söyleyerek topu yukarıya atmasıyla koşarak topu yakalamıştım. Sırayla çevremde ki çocuklara baktım. Hepsi topa kilitlenmişken Anıl sanki burada değil gibiydi. "Anıl" diyerek topu havaya attım bende.

O, kendisine gelip bana bakana kadar top yere düşmüştü bile. Düşen topu yakalayarak "İstop" dedi. Hepimiz olduğu yerde durduğunda çevresine bakındı ve topu bana attı. Ve vurdu. Böylelikle ben oyundan çıkan ilk kişi olmuştum.

"Aşk olsun hocam" diye sitem ederek kenara çekildiğimde "Yakartopa benzemiyormuş değil mi?" diyerek gülmüştü.

Onlar oyunlarına devam ederken ben biraz annemlerle oturmuştum. Oyunları bitmiş, çocuklar tüm gün oyun oynamaktan yorulmuştu resmen. "Keşke bisikletimiz de olsaydı. Hep beraber sürerdik" dedi Selim. "Alırız belki oğlum" demişti babası Kenan Amca'da. Oğluna bir bisiklet alabilmek için belki 10 gün daha fazla çalışacaktı.

İç çekerek ortalığı toplamaya devam ettim. Neredeyse her şey bitmişti. Büyükler getirdikleri eşyaları alarak evin yolunu tutmuştu. Bizde çocuklarla birlikte çöplerimizi toparlayıp dönecektik. Bir ağacın gövdesine yaslanarak gölü izleyen Anıl'ı görünce elimde ki çöp poşetini Ali'ye vermiş ve çekinerek Anıl'ın yanına oturmuştum.

Bir sıkıntısı olduğunu anlamıştım. Sormak haddime miydi bilmiyordum ama sormadan da duramayacaktım.

"Bir sorun mu var?" diye sorduğumda yanına oturduğumu yeni fark etmişti. Sessiz kalmıştı. Demek ki anlatmak istemiyordu. "Neyse ben çocuklara yardım edeyim" diyerek yanından kalkacakken bileğimden tuttu.

"Gemi yapmayı bana annem öğretmişti" Ben tekrar yanına oturduğumda o da gözlerini göle çevirmişti. "Birçok şeyi ondan öğrendim ya zaten..." dedi tebessümle. Lütfen annesi ölmüş olmasın.

"Anneme çok düşkünüm. Annem de bize öyledir. Kemoterapiden çıkmış bitik haliyle bile bizimle ilgilenmeye çalışırdı. Ben 13 yaşındayken filan kan kanserine yakalandı. En çok o zaman anladım kaybetme korkusunu. Evet her an herkes ölebilir ama hastalık olduğunda daha net hissediyorsun."
Gözlerim dolmuştu. Annemi kaybetme ihtimali bile nefesimi kesiyordu. Onsuz bir hayatta kimsesiz kalacağım ap açıktı.

"Zor günlerdi ama bir şekilde atlattık o günleri. Annemin yanından çok ayrılmak istemedim ondan sonra. Hatta üniversite için Bursa'yı çok istiyordum. Benim okuduğum üniversite Bursa'da ki üniversiteden çok daha iyiydi mesela ama yine de Bursa da okumak isterdim. Okumadım. Annemi bırakmak zor geldi. Tabii birazda annem beni bırakmak istemedi. Buraya gelişim yanından ilk ayrılışım"

Ben sözünü kesmeden onu dinliyordum. Sanırım onun hakkında bir şeyler öğrenmek hoşuma gitmişti.

"Sabah abim aradı da annem hasta olmuş. Normal ve önemsiz bir hastalıkmış ama yine de içim içimi yiyor"

"Gitsene yanına. Zaten haftasonu geldi" dediğimde gözlerini bana çevirmişti.

"Olmaz seninle çalışmamız gereken konular var"

"Daha neler, ben halledebilirim. Hem alt tarafı iki gün"

"Bitti, artık gidebiliriz" çocuklar yanımıza geldiğinde ayağa kalkmıştı.

🍃


NefhaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin