______________
•Minho'dan•
Dersler yine beni sıkmaya başlamıştı. Neden okula gelmek zorundaydım ki? Dışardan okuyamaz mıydım? Hem insanların iğneleyici bakışlarına maruz kalmazdim. Veya duymamam gereken sözleri duymazdım en azından. Hatta gitar çalmak dışında dışarı dahi çıkmazdım. Dışarı çıkmamın tek nedeni buydu diyebilirim.
Ah ama gitmek zorundaydım. Bir kere bulaşmıştım. Hem dışardan okumam için babamın imzası gerekirdi. Onunla bunu konuşma düşüncesi bile yeterince kötü hissettiriyor.
Bizimkilerin benim için üzüldüğünü görüyordum. Gerçi gerçekten üzülüyorlar mıydı? Onu bile bilmiyorum. Neden insanlara güvenemiyordum ki?
Her neyse en iyisi konuşmamaktı. Çünkü insanlara cevap vermeye başladıkça işler dahada kötüye gitti. Ve yine iftiraya uğradım...
Çantamdan bulduğum boş ve buruşmuş kağıdı aldım. İşime yarayacak boyuttaydı. Ardından kalemliğimdeki uçlu kalem ile birkaç tane tükenmez kalem çıkardım. Hiç düşünmeden çizmeye başladım.
Taslağı oluşturduktan sonra uçlu kalemi elimden bırakıp tükenmezleri elime aldım.
Renklendirme aşaması bitmemişti ki zil çalmıştı. Ama kimin umrunda? Devam ettim.
Yavaş yavaş renklendirme aşaması da bitmek üzereydi. Son dokunuşları yapıyordum. Sonra biri kağıdı önümden çekti. Kaşlarımı hafifçe çatıp o kişiye baktım. Sizce kimdi? Tahmin edilmesi zor değil bence. Kangdae, yanında ise Min Jun.
"Oo sen büyüdün de ressam mı oldunn?" demişti sesini çocuklaştırarak.
Ben ise elimi uzatıp sessizce "Verir misin?" demiştim.
O ise sözümü duymamazlıktan gelip resmi inceliyordu.
"Çok çocuksu değil mi bu resim? Annesinin elini tutmuş bir çocuk... Çok saçma!" demiş ardından kağıdı yırtmıştı.
Halbuki o resim benim için büyük anlam içeriyordu...
Kafamı iki yana sallayıp önüme dönmüştüm.
"Sen salaksın." alaylı bir ses ile konuşmuş. Ardından kağıt parçalarını sırama atıp gitmişti. Parçalara baktım. Çok küçük değillerdi. Bant ile yapıştırabilirdim. O yüzden parçaları en küçük göze koydum. Yanında dosya olsaydı ona koyardım ama yoktu.
"SEN NE YAPTIĞINI SANIYORSUN?" Bu ses... Jisung!
Jisung, Kangdae'ye bağırmıştı. Neden beni dinlemiyordu bu çocuk?
"Asıl sen niye bağırıyorsun?"
"Niye mi? Yaptığını görmedin mi sanıyorsun?"
"Hadi ama Jisung... Bana onu savunma yine. Hem sadece bir kağıt parçası."
Bunu duyan Jisung dahada sinirlenmiş ve Kangdae'nin üzerine doğru yürümüştü.
"Kağıt parçası ha? Sana göre öyle ama ona göre öyle olmayabilir."
"Hah? Umrumda mı sence?"
"Senin umrunda olan birşey var mı? Asıl acımasız olan sensin! İnsanların zayıf yönlerini kullanarak onlara zorbalık yapan bir aşağılıksın."
Jisung kendinden geçmişti bile. Bu söz Kangdae için...
Jisung'u kurtaran zil sesi olmuştu.
"Sen görüceksin Jisung!" demiş ve sırasına gitmişti. Jisung ise sinirle yanıma (sırasına) gelmişti.
"Neden beni dinlemiyorsun?" Kaç haftadır konuşmayan ben sonunda konuşmuştu.
"Hah?" Hala fazla sinirliydi.
"Sana onunla kavga etmemeni söylemiştim."
"Ben artık sessiz kalamam kusura bakma hyung. Ben sen değilim. Senin kadar sakinde değilim." Normal konuştuğu halde sesi kavga eder gibi çıkıyordu.
"Onun nasıl biri olduğunu bilmiyorsun."
"Nasıl biri olduğu umrumda bile değil. Ondan korkacak değilim." Demişti kollarını göğsünde bağlayarak.
Sınıfa öğretmen girince ikimizde konuşmayı kesmiştik.
Kangdae'nin bakışları hiç ama hiç normal değildi...
..................
Öğle arasına girmiştik bile. Ama Kangdae'den atak yoktu şu anlık. Ben olsam böyle yapmazdı ama. Direk dalardı.
"Hyung geliyor musun?" Soran Felix idi.
İlk kez bu kadar acıkmıştım. O yüzden hayır diyemezdim. Kafamı sallayıp geleceğimi belirttim.
Hep beraber masaya oturup yemeye başladık.
"Neden çocuğa bulaştın ki? Nasıl bir salak olduğunu hepimiz biliyoruz." Hyunjin'de benim gibi düşünüyordu.
"Haketti tamam mı? Kimse onun karşısına geçip adam gibi konuşmadığı için kendini birşey sanıyor." Konu açılınca yine sinirlenmişti.
"Ona katılıyorum." dedi Seungmin.
...........
Yemekhaneden çıkmış, bahçeye inmiştik . Jisung ise lavaboya gidip geleceğini söylemişti.
Kendimize boş bir çardak bulup oturmuştuk. İçimde nedensizce kötü bir his vardı. Sanki birine birşey olacak gibi bir his.
"Aslında bir gün o gittiğimiz parktaki basket sahasına mı gitsek?" diye bir fikir atmıştı ortaya Chan.
"Aslında iyi fikirr. Basketbol topumuzda var." demişti Hyunjin.
"Basketbol topumuz yok ki." diye cevaplamıştı Seungmin.
"Hayır var. Yeni aldım. Şu sıralar basketbol ile ilgilenmeye başladım da." dedi elleriyle saçlarını havaya doğru fırlatarak. Saçı uzun ama o kadar da değil...
Biz buraya geleli yaklaşık 15-20 dakika olmuştu. Ama Jisung ortalıkta yoktu. Bu beni endişelendirmeye başlamıştı.
"Jisung hala gelmedi." Dedim konuşmalarının arasına girerek.
"Cidden ha." diye cevapladı Felix.
Tam o anda herkesin okulun önünde kalabalık oluşturmuş olduklarını görmem bir olmuştu.
Anında ayağa kalkmış ve topal adımlarla oraya yürüyordum. Diğerleri ise peşimden geliyordu.
Oraya varmam ile Jisung'un ağladığını görmem bir olmuştu.
"Yaklaşma." diyordu hıçkırıklarının arasında.
Diğer öğrencilerin arasından geçerek yanına gelmiştim. Yaklaşıp ne olduğunu soracaktım ki....
"YAKLAŞMA!" diye bağırınca bir adım geri çekilmiştim.
Kriz geçiyordu büyük ihtimal. Kendim de bir iki kere yaşadığım için çok iyi biliyordum...
Pekâlâ sakin olmamız lazımdı. Öncelikle bizimkilere öğrencileri uzaklaştırmasını söylemiştim. Çünkü neredeyse tüm okul buradaydı.
•Bölüm Sonu•
Biraz meraklanın kkkk.
Başlık iyi oldu haa.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
•You Never Know • (MinSung) ¹
Fanfiction~Beni yargılamak bana inanmaktan daha kolay. Çünkü herkes görmek istediğini görür~ Duygusuz ve ezik olarak bilinen Minho.... Kimse içinde nasıl fırtınalar koptuğunu bilmezdi. Kimse içinin kan ağladığını görmedi. Onun yerine ona "duygusuz ve ezik" d...