∞
Saat 16.42
O büyük gün gelmişti artık.
Bangchan'ın büyük salonunda hepsi birlikte otururlarken hiçbiri tam olarak rahat sayılmazdı. Bunların başında ise Felix vardı maalesef.
İstemsizce titreyen bacakları, durup durup derin nefesler alması, işaret ve orta parmağı ile sürekli nabzını kontrol etmesi... Bunlar isteyerek yaptığı şeyler değildi. Şu ana kadar hiç böylesine gergin olduğunu bile hatırlamıyordu. Etrafına ördüğü duvarı kırdığında beraberinde bazı şeylerin daha yok olacağının farkındaydı ama onlardan birinin gereksiz rahatlığı olacağını düşünmemişti.
"Changbin'den hala haber yok mu? Hani arayacaktı bizi? Kameraları da halledeceğim dedi ama haber vermedi. Ya öğrendiyse Jane? Bittik biz, hepimizi mahvedecek. Ben daha fazlasını kaldıramam hayı-"
"Lee Felix! Sus artık, nolur."
Minho'nun kendisine bağırması ile oturduğu koltuğa iyice sindi. Kendi gerginliği ile diğerlerini de gerdiğinin farkındaydı ama kafasının içinde geçenleri durdurabildiğini söylenemezdi. "Özür dilerim, ben sadece... Bu beni çok geriyor."
Mutfaktaki işini halledip geri salona gelen Hyunjin, sevgilisinin yanına bıraktı kendini. Onun ne kadar stres yaptığını biliyordu ve bu yüzden de yardım etmek, hep yanında olmak geliyordu içinden. Yüzündeki samimi gülümsemeyi hiç bozmadan küçük olanı kollarının arasına aldı ve saçlarının arasına defalarca öpücük bıraktı.
"Sana her şeyin yolunda olduğunu kaç defa söyleyeceğim Lixie? Hiçbir sıkıntı çıkmayacak söz veriyorum. Bu kadar yıpratma kendini." sevgilisinden çok da uzaklaşmadan bakışlarını karşısında oturan Minho'ya çevirdi. "Ve sen Lee Minho bozuntusu, bir daha ona bağırırsan iyi şeyler olmaz."
"Artiste bak sen. Peçete istiyor senin canın değil mi? Ya da bu sefer ayağımdaki terliği direkt ağzına sokacağım senin. Gel buraya." oturduğu yerden ayağındaki terliği eline alıp öne uzandığında Hyunjin, Felix'in omuzlarından tutunup arkasına saklandı.
"Ne şiddet yanlısısın sen ya, sadece bağırma dedik be adam. Sakin ol."
Cümlesini bitirdiği anda Minho'nun kendine kaşlarını kaldırarak baktığını fark etti. Bu dudaklarında yapmacık, geniş bir gülümsemenin oluşmasına sebep olurken kollarını Felix'in beline sarıp iyice arkasına sindi. "Sustum ki, sustum ki."
Felix, arkasındaki sevgilisinin bu haline gülerken başını çevirip yanağından öptü onu. Bütün keyfi yerine gelmişti sanki birden. Hyunjin'in ufak bir hareketi ile bu kadar mutlu olmak güzeldi.
"Az önce Changbin ile konuştum!" Bangchan elindeki telefonu herkese göstererek içeri girdi ve tekli koltuğa oturdu. Hepsi ona meraklı gözlerle bakarken yüzündeki gülümsemesi ile devam etti. "Halletmiş her şeyi. Sadece bir saat içinde Jane'in tır ile depoya yanaşması ve malları içeri yerleştirmesi kaldı. Sonrasında iş Hyunjin ve Minho'ya düşüyor. Onu içeride kıstıracağız. Gayet basit, bir aksilik çıkacağını düşünmüyorum."
Felix'in bütün endişesi uçup giderken rahat bir nefes bıraktı havaya. "Her şey yolundaysa sadece bekleyeceğiz değil mi? Bir şey yapmamıza gerek var mı?"
Parlayan gözleri koltuklarda oturanlarda gezinirken Hyunjin kollarını onun beline sarıp kendine çekti iyice "Hayır bebeğim sen sadece burada oturup keyfine bakacaksın. Sonra ben seni alıp o piçin yanına götüreceğim."
Felix'in bu düşünce hoşuna gittiğinde tuhaf hissetti kendini. İlk defa bir adamın ölmesini bu kadar çok istiyordu. Jane'in hayatından çıkması onu en çok rahatlatabilecek şeydi belki. Bu bir insanın canına mâl olsa bile umursamamaya çalıştı. Çünkü Jane de Kangdae gibi onun hayatını çalmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Shoot Me | Hyunlix ✓
Fanfiction"Hyunjin ben, Hwang Hyunjin." İşaret parmağını kaldırıp yavaş hareketlerle Felix'in kafasına vurdu birkaç kez. "Sanmıyorum ama artık o kullanmayı bıraktığın kafanda bir çağrışım yapması gerekiyor bu ismin." Yakasındaki ellerini gevşetip düşünüyormu...