(İyi okumalar aşklarım~ 23:07)
-Han-
Günlerce aklımdan çıkmayan soru verdiğim kağıtla beraber ona geçmişti. Dışarı çıkarken soğuk ellerim onun sıcak bileğinde, parmaklarının arasında bir an olsun ısındı. Kapıdan çıkmadan önce ona son kez döndüğümde yüzündeki gülümseme hoşuma gitmişti.
Bilmiyorum, büyük gözlerinde bir sır perdesi vardı. Sanki o perdenin arkasında bir mahzen, bir şeylerin dolup durmasına rağmen taşamıyor, zincirlerini kıramıyordu. Ya da ben öyle hissetmiştim. Sorun şu ki, altıncı hissim kuvvetliydi. Her ne kadar ben de hareketli olsam da, yeni birileriyle tanışmak benim için de zordu. Yine de o adamda, farklı bir şeyler sezmiştim. İyi şeylerdi...
Aslında çok sessiz birine benziyordu. Hiçbir sıkıntısı, hastalığı olmadığı zamanlarda da çok konuşan biri değil gibiydi.
Tabi doğru söylüyorsa.
Arabaya bindiğimde hemen ardımdan Ji Eun geldi. Sessiz bir sürüşün ardından genç sekreterimi kaldığı mahallenin girişinde bıraktım.
"Emin misin? Evine kadar da gidebilirim."
"Şefim... Boşverin, yanlış anlasınlar istemiyorum."
"Takma. Beni tanıyorsun."
"Beni tanıyorsunuz."
"Sorun yok. Görüşürüz. Yarın da mı trenle geleceksin?"
"Maalesef."
"Uzakta kalıyorsun, uğraşma. Seokjin yarın Yeosang'ı alıp derneğe bırakacak. Seni de alsın."
"Teşekkür ederim şefim. İyi günler."
Arabanın kapısı kapandığında yayınevine sürmeye başladım. Tekrar o adam geldi aklıma, biraz da yazdığı kağıt parçaları. Hafifçe gülümserken buna engel olamadım. Gerçekten hasta mıydı? Elleri sürekli titriyordu...
Koyu kahve saçları medyada her zaman gördüğümün aksine geriye atılmış bir durumdaydı. Büyük ihtimalle yazı yazarken stres yapıyordu. Aldığı nefesler sıktı. Gözleri ya çok dalgın ya da çok odaklanmıştı. Numaramı yazarken bana bakışını hatırladım. Yakışıklı yüzünde masum bir ifade geziyordu. Sanki gerçekten beni tanımak istiyordu. Boynundaki gümüş zincirin ucunda bir işaret vardı. Telefonumu çıkarıp yola dikkat ederek kısa bir araştırma yaptığımda, bunun yaşam rünü olduğunu öğrenmiştim.
Demek enerjiye de inanıyordu.
Ah! Seni şeytan tüylü! Gerçekten hayattan zevk almaya çalışan biri gibi duruyordu. Yazdığı tüm kitaplar yok satıyordu. Bu inanılmaz bir şeydi.
Radyoda çalan şarkıya kısık sesle eşlik ederken onun sesini duyma merakım artıyordu. Büyük ihtimalle karakteristik, özel bir sesi olmalıydı. O yüze ne çok kalın, ne de bebeksi... Hiçbir şey uymazdı. Farklı... Kulağımda canlanan o ses, bir melodi gibiydi. Gece yatmadan önce bir annenin bebeğine ninni söylemesi gibi rahatlatıcı. Ya da bir filozofun sesindeki gibi ağır değil, ama her hecesinde bir anlam taşıyan... Bu konunun üzerinde çok fazla durduğumu fark ederek müziği değiştirdim.
Yayınevine geldiğimde otoparka girip arabadan indim ve binaya girdim. Bugün siparişleri dağıtacaktık. Şimdiden aradan bir tanesini araklamayı düşünüyordum. Tabii ki kasaya ödemesini yapacaktım.
Baskı makinesinin yanındaki, bu yüksek gürültüyü bastıracak olan modern plakta Blues türünde bir parça etrafa yayılıyordu. Buram buram bir kahve kokusu vardı. Yeosang makinenin yanında kitapların sayfa sayılarını denetliyordu.
"Kolay gelsin."
"Geldiniz mi şefim. Nasıl geçti görüşme?"
Kötü değildi. Ama iyi desem ne söyleyecektim? Gerek yoktu.
"İdare eder."
"Gerçekten merak ettiğim için soruyorum. Söyledikleri kadar var mı?"
Yüzüme küçük bir sırıtış yayıldı.
"Daha fazlası var."
"Sahi mi?"
"Ben çözeceğim. Bir soru sorup cevabını vermesini istedim."
"Ne demek istiyorsunuz?"
Masada duran tabaktan bir elma alıp ısırmadan önce konuştum.
"Tanımak istiyorum. Hiçbir tezatlık taşımıyor. Gizliliğine girme kastım da yok. Numaramı bizzat verdim. Yazmak isterse yazar. Sadece..."
Elmayı elimde çevirdim biraz ardından yutkundum.
"Bir şey mi oldu?"
"Bir şey seziyorum."
"Ne mesela?"
"Sana zamanında enerji ile ilgilendiğimi söylemiştim değil mi? Onun aurasında felaket bir sıkışmışlık vardı."
"Tuvalete gitmemiş mi?"
"Yeosang! Ruhsal daralmadan bahsediyorum. Düzgün dinle~"
Bağırmak istememiştim ama alınmadı, başını sallayarak o da bir elma aldı ve dinlemeye devam etti.
"Tam olarak Pandora'nın kutusu..."
"Öyle diyorsanız öyledir."
"Bekle. Bir şey daha sezdim."
Elmayı ısıracakken bıraktı ve bana baktı.
"Yalan söyleyemiyor. Kağıda yazı yazarken sahteden bir öksürükle boğazını tuttu. Benimle konuşmak istemedi. Ağzından çıkacak kelime anlamında söylüyorum."
"Ha?? Fobisi falan yoksa aynı şeyi düşünüyoruz demektir."
"Ben de bunu öğrenmek istiyorum. Belki de böyle yazılar yazmasının tek sebebi budur. Çünkü hep sessizlikten ve boşluklardan bahsediyor."
"Bu gerçekten çok farklı."
"Ayrıca çok samimi karşıladı beni. Yabancılarla hiç konuşmadığını yazmışlar ama bence yanlış yolu deniyorlar."
"Ona onun gibi davranmak gibi mi?"
"Kesinlikle. Çünkü sonrasında ben de konuşmayı bırakıp yazıya döktüm."
Yeosang ister istemez bir kahkaha attı. Elindeki elmayı yanlışlıkla düşürünce ben de gülmeye başladım.
"Sadece ne cevap vereceğini merak ediyorum o kadar."
"Bekleyip görelim."
"Cevabının özel kalmasını istiyorum."
"Tabi ki şefim. Ben sadece sizin yardımcınızım. Onunla konuşmanız sizin özeliniz."
"Teşekkür ederim."
Elmamı ısırırken kitaplardan birini aldım ve şahsi odama doğru yol aldım.
Bakalım başka ne ipucu vardı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I Can Hear U || MinSung
Fiksi PenggemarBu gürültülü hayatımda kendi sesimi duyamıyorum ben. Ben seni duyuyorum Minho... Ben sessiz çığlıklarını görüyorum. Beni tamamlayan, boşluklarımı dolduran tek kişi sensin Han... ----- Angst değildir ama sonuna kadar ağlatır . Dram içerir ama mutlu...