BİRİNCİ BÖLÜM

413 37 212
                                    

    Botlarımı aşındıran çamur kaplı zemin, attığım her adımla etrafa sıçrarken siyahlar içindeydim. Pelerinimin başlığı yüzümü örtüyor, sinirden nefes nefese kalmış, muhtemelen kıpkırmızı suratımı gizliyordu. Güneş batalı bayağı olmuştu ama tünel her zamanki telaşlı kalabalığını içinde barındırıyordu. İnsanlar, dökülmüş gri duvarların arasında, gölgelerle işbirliği içinde ve hızlı hareket ediyorlardı. Kimse bir diğeriyle muhabbet etmek ile zaman kaybetmiyordu. Bu duvarlar arasında kimse üzerine dikkat çekmek istemez, Su Şehrinin pis işlerinin merkezi sayılan tünelle, isimlerini aynı cümlede geçirmekten dahi kaçınırlardı. Özellikle de günah zamanı dedikleri gece vakitlerinde buradaysalar.

    Kulaklarımı tırmalayan küfür dolu bağırışmalara iyice yaklaştığımda, kafamı o tarafa doğru çevirdim. Sarhoş naraları, basık mekandan, içki ve daha nicesinin kokuları ile birlikte dışarıya taşıyor, önünden yürümeyi bile zorlaştırıyordu. Tabelanın yarısı her an düşecekmiş gibi sallanan yer bir tavernaydı. İsimsiz bir çöplük. Oraya baktığım sırada kapıya çıkan, biri ayakta dahi durmaya zorlanan iki adam, orta yaşlarda görünüyorlardı. Yüzlerinde şehrin barbarlığı, yoksulluğu derin izler bırakmıştı. Özel bir yanları yoktu. Tüm yerleşik halk gibi buraya son derece ait görünüyorlardı.

    Gözlerini direk bana diktiklerinde pis bakışlarına karşılık verdim. Tanrılar biliyor, şu an da bir kavga iyi gelirdi ama ne düşündüklerini biliyordum. İşi, erkekleri eğlendirmek olmayan kadınlara burada pek rastlanmazdı ve tünel o kadınların çalıştıkları pansiyonlar ile doluydu. Kemerimde her daim ağırlık yapan silahlarım bugün her zaman olduğundan daha da ağır gelirken mantıksız davranmam işten bile değildi. Elimi üzerinden çekmediğim kılıcımın yansıması, nazaran iyi durumda olan adamın göz bebeklerinde parladığında, anlık bir şaşırma ile kafasını yere eğdi. Arkadaşına da aynısını yapması için omuz attığında gülümsedim.

   Rüyaları değil de kabusları süsleyen bir gülümsemeydi.

   Onları bu denli korkutan şey delici metaller değildi. Silahlar şehrimde epeyce yaygın ve kullanılmaktan çekinilmeyen nesnelerdi. Önemli olan onu taşıyan kişiydi. Ben. Kim olduğumun farkına varan fısıltılar arkamdan gelmeye başladığında adımlarımı hızlandırdım. Bir asker.

    Tünel, askerlerin hoş karşılandığı bir yer değildi. Normal şartlarda bu yoldan üniformalarımla geçmemeliydim ama işimin aciliyeti vardı. İnsanların dükkan kepenklerini indirdiklerini gördüğümde iyice hızlandım. Bu gece de sıkıntı yaşamadan evlerine dönmek isteyenler, göz temasından kaçınıyor, yolumu açıyorlardı. Tünelde her şey kısa sürede yayılırdı ve görev dışında burada olduğumun duyulması, Komutan Hector ile baş başa bir konuşma anlamına gelirdi. Tüylerim ürperirken çenemi sıktım. Acele etmeli ve gözden kaçınmalıydım.

   Telaşlı suratlardan uzaklaşıp, tenhaya ilerlediğimde evsizlerin içine daldım. Mırıldanan sesler, bana bakmadan sövüyorlardı. Üstlerine basabileceğim kadar dar olan yol, eskiye nazaran daha doluydu. Canım iyice sıkılırken, hiçbir şeyin iyiye gitmediğini düşündüm. Neredeyse sonuna ulaştığım tünel iyice ıssızlaştığında, dışarıdan tozlu kitapların göründüğü küçük dükkanın önünde durdum. Çevremde kimse yoktu ama bir süredir devam eden takip edilme hissim peşimi bugün de bırakmıyordu. Son kez karanlığı kontrol edip içeriye daldım. Kapıdaki zil sesi, gölgelerdeki Red'i açığa çıkarttığında pelerinimin başlığını indirdim.

   Hafif bir baş sallama hareketiyle beni buyur eden Red'in saçlarına vuran zayıf ışık, sarılarının arasındaki akları gözler önüne seriyordu. Karanlık odada görünmeyen ama orada olduğunu bildiğim masasına yaslanmış, her zamanki bol, mavi takımını giymişti. Ortalama boyu ve kilosuyla, açık mavi gözleri ve bana her zaman bilmiş gelen yüz ifadesiyle, şehre uymayan nadir insanlardandı. Belki de bu yüzden dükkanından gerçekten gerekmedikçe ayrılmazdı.

QUADRA GÜNLÜKLERİ SERİSİ I- Bağlar ve KüllerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin