YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM

31 4 0
                                    

-"Su bağım bana herkesten geç cevap verdi. On iki yaşlarındaydım. O zamana dek hiç kabus da yoktu. Eş zamanlı başladılar. İlk zamanlar en kötüleriydi çünkü uyurgezerdim. Kendimi sürekli şehirden çıkmış bir halde buluyordum. Toprak sınırında uyanıyordum ve içimde bir his vardı. Sanki bir türlü istediğim yere varamıyordum. Neresi olduğunu asla bulamadım. Sadece bir gün bir asker tarafından uyandırıldığımı hatırlıyorum. Nerede olduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu ve onlarla konuştuğumu bile hatırlamıyordum. Eve gitmek istediğimi söylemişim. Özel birlikten olduğumu söyleyince Hector'a haber gönderdiler ve beni almaya gelen askerlere sadece kaybolduğumu söyledim. 

   Yıllar sonra Gena bana varmak istediğim bir yer olduğunu ama orada beni bekleyen kimse olmadığını söylediğinde bir şekilde doğduğum eve gitmeye çalıştığımı anladım. Ailemin bana verdiği bir isim olduğunu da söyledi. Gerçek ismimi bile bilmiyordum. Sanırım beni bekleyen kimse olmadığını öğrendiğim gün bilinçaltım bu konuda çalışmayı bıraktı çünkü bir daha uyurgezer olmadım. Kabuslar o zaman daha çok şekillendi ama hepsinin tek bir ortak noktası vardı. Ölüm, cesetler ve kan. Bazıları yakılmış, bazıları asılmıştı. Bazen ise parçalara ayrılmışlardı ve beni yanlarına istiyorlardı. Çoğu zaman hiç gitmediğim yerleri görüyordum ve hiç tanımadığım insanlar. Bir süre sonra krizler başladı. Uyanır uyanmaz kasılmaya başlıyor ve nasıl olduğunu anımsamadığım yaralarla karşılaşıyordum. On altı yaşlarımda kaldıramadığım bir olay yaşadığımda tünelin sonunda yaşamaya başladım.

   Aaron'a kaçamak bir bakış attığımda dikildiği yerde kafasını yere eğdiğini gördüm. Neden bahsettiğimi bir tek o biliyordu. Devam etmeden önce hafifçe dikleştim. Ellerimin yumruk halinde, sıkılı olduğunu o an fark ettim.

-"Kabusumda suyun içindeydim ama su yerine kan vardı. Tadını alıyor ve içinde boğuluyordum. Bir noktada kendimi kurtarmanın tek yolunun o kana karışmak olduğunu hissettim ve kendimi yaraladım. O şekilde uyandığımda hepsinin gerçek olduğunu gördüm ama su kandan ibaret değildi, en azından benimkinden önce. Kendimi iyileştirmem bayağı zaman aldı. O gün yaşadığım hissi kafamdan atamadım. Sanki içimde çok fazla ağırlık vardı. Bir parazit oradan çıkmak istiyor gibi canımı yakıyordu ve birazını aldığımda tekrar nefes alabiliyordum. Bunu alışkanlık haline getirdim. Buna son verdiğim gün ise Hector'un katlettiği ilk kızı bulduğum gündü. Her yeri parçalanmış kız kurumuş, içinde ne varsa emilmiş gibi görünüyordu. Bir daha bunu yapmamaya yemin ettim.,

   Hector'u öldürmeye gittiğim gün orada henüz ölmemiş bir kız vardı. Ashley. Onu kurtarmayı başaramadım. Her şeyi denedim ama yeterli değildi. Yeterince güçlü değildim. Aklında daha fazlası olduğunu ve onu durduramayacağımı söylediğinde teklifini kabul ettim. Bir şeyler yapabilmemin tek yolu buydu. İşe yarayabilmemin. Bir parçam o kadar rahatlamıştı ki, tamamen zorla olduğunu bile söyleyemem. Orada, benden hiçbir beklentinin olmadığı yerde, henüz bilmediğim ismimi bile unutmak düşüncesi çok rahatlatıcıydı. Kendime olan kinimi bile silmiştim çünkü ne anlamı vardı ki. Hiçbir şeyin önemi kalmamıştı."

   Herkes mutlak bir sessizlikle yerin dibine girmek ister gibi eğilip büküldü. Ateş bağıyla ve büyü uğraşlarıyla bunca zamandır yerdiğim Aaron'ı hak etmediğimi fark ettim. Buradaki tek ucube bendim. Devam ederken artık saklamak istediğim hiçbir şey olmadığını biliyordum. Gerçek apaçık ortadaydı ve böylesini tercih ediyordum.

-"Hector'dan kısa bir süre önce yine her yerin yandığı ve toprağın kanla çamurlaştığı bir rüya gördüm. Taşıdığım mühür ile ilgili o güne kadar yeterince kafa yormuştum ve kimin yaptığını, nedenini asla bulamamıştım. Arayıcılar beni bulduğunda tekrar gün yüzüne çıkan şüphelerim nedeniyle, o kabusu gördüğümü düşündüm. Şimdi ise pek emin değilim. 

   Zifiri karanlıkta koşup duruyorum ve ayaklarım beni bir eve götürüyor. Üzerimde beyaz bir elbise var. Evin eşiğinden doğru seçebildiğim bir kız, havada asılı bir şekilde uyuyor. Üzerindeki simsiyah bulut her yerini sarıyor. Elbisesi benimle aynı. Onun yanına gitmek istediğimde görünmez bir duvar beni engelliyor. Aniden acıyla kıvranıyorum. Göğsümdeki mührün yandığını fark ediyorum ve beyaz elbise kana bulanıyor. İçerideki kızla aynı anda. Onun aslında ben olduğunu anlıyorum ama izlemekten başka çarem yok. Aynı anda iki kez ölüyorum. En sonunda üçüncü bir ben, bizden ayrılıp dışarıdan bir göz olarak havada öylece uzaklaşıyor."

   Dinleyicilerimin kocaman açılan gözlerine bakarken bir süre kendime zaman verdim. Sonra Toprak Şehrindeki kabusu anlatmaya başladım.

-"Toprak şehrindekinin de bir farkı yoktu. Yine bir sürü ölü ama bu kez hepsi beni izliyor ve dayanılmaz çığlıklar atıyorlar. Sisin kapladığı ormanda ne kadar koşarsam koşayım aynı yerdeyim. Sonunda bir Striga ruhumun son damlasına kadar beni sömürüyor ve ağzımdan canlı sarmaşıklar çıkıyor. Çıkarken ne var ne yok parçalıyorlar. En kötüsü ise bunların hiçbiri değildi. Düştüğüm anda toprağa çekliyorum. Beni derinlerine gömüyor ya da birileri kalkmama izin vermiyor bilmiyorum ama yüz üstü çakılmış bir haldeyim. Gözlerimi açacak bir boşluk hissettiğimde karşımda, hemen dibimde kıpkırmızı gözleri, ateş rengi bir kız var ama ölümle solmuşlar. Yüzü bembeyaz ve yaralarla kaplı. Tüm ölüler gibi beni yanına istiyor."

-Peki dün gece gördüğün? 

   Zayde'in sorusuyla sarsıldım. Bu gördüğümde mi bir kabustu? O kadar gerçek hissettirmişti ki.

-"Raeda'da uyandım. Uçurumun tam kenarında. Uyurgezerliğimin geri döndüğünü sandım ve eve dönmeye çalıştım ama çevremi kaplayan görünmez duvarın yine orada olduğunu anladığımda panikle beklemeye başladım. Hava bağlı biri olmalı diye düşündüm çünkü beni inatla uçuruma sürüklüyordu. O zaman üç bir yanımın bir kafes olduğunu ama suyun önünde hiçbir engel olmadığını anladım ve atladım. Su beni zorla en dibe çekti ve cesetleri açığa çıkardı. Her yüzeye çıkmaya çalıştığımda iyice çoğaldılar ve tekrar ayaklarımdan dibe çekildim. Bunu ne kadar süre yaşadım bilmiyorum ama nihayet beni bıraktığında kıyıya çıktım. Hava, tüm cesetleri ve ardından beni, çok yükseklere çıkarttığında benden ne beklediğini biliyordum. Onlara katılmam gerektiğini fısıldıyordu. Sonunda kabul etmekten başka çarem kalmadı çünkü güneş bir türlü doğmuyordu ve ben artık dayanamıyordum. Sonrasını siz daha iyi biliyorsunuz."

   Derin bir nefes aldım. İçimden kocaman bir yük kalkmıştı ama aynı zamanda kalktığı yerde aynı büyüklükte bir boşluk bırakmıştı. Aaron'ın konuşmayacağını anlayan Tera, hüzünlü gözlerle bana baktı.

-"Tüm olay boyunca yatak odandaydın ama orada da havada asılı duruyordun. Seni, her yerini kaplayan kan yatağı sırılsıklam ettiğinde ancak bulduk. Aaron iyileştirmeyi denedi. Ben de denedim ama yeterli değildi. Neredeyse ölmüştün. Aaron seni suya götürdü." dedi tane tane.

   Kimseye bakamadan bir süre sindirmeye çalıştığım utançla kalakaldım. Her şey mahvolmuştu. Yanımda hışımla hareket eden gölgenin arkasından bakmadım. Dış kapının sertçe vurulma sesiyle kendime geldim.

-"Biraz fazla gelmiş olmalı. Ona zaman ver. İyi olacaktır." dedi Tera yanıma gelirken. Ellerini beni teselli etmek ister gibi uzattığında sandalyeden kalktım. Kalbimde henüz açılmış oyuğu iyileştirebilir miydi ki?

   Sanmıyordum.

-"Onu suçlamıyorum. Bütün bunları size bana acımanız ya da yargılamanız için anlatmadım. Kahrolası içimi de dökmüyorum. Lanet Valais Kılıcının nerede olabileceği hakkında veya bana neler olduğuna dair yardımı dokunacak herhangi bir şey varsa konuşun. Aksi takdirde tüm bunları duymamış gibi davranın." diye çıkıştım. 

   Bunu hak edecek hiçbir şey yapmamışlardı ama elimden gelen tek şey buydu. Diğer ihtimal içim çıkana kadar ağlamaktı. Hışımla merdivenleri çıktım ama odaya girmek istediğimi fark ettiğimde koridorda yere çöktüm.

   Dün gece gözüme o kadar da kötü görünmemeye başlamıştı. Gerçek hayat çok daha fazla acıtıyordu.

QUADRA GÜNLÜKLERİ SERİSİ I- Bağlar ve KüllerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin