ALTINCI BÖLÜM

86 13 41
                                    

    Eve gitmeden önce yapmam gereken en önemli şeye doğru yöneldim. Max, Red'in dükkanının biraz ilerisindeki boş depoda kalıyordu ama oraya pek fazla uğradığı söylenemezdi. Çoğu zaman dükkandaki  kitapları düzenlemekle ve yere çöküp çizim yapmakla zamanını geçirirdi. Red ona burada bir iş ve yakınında yatacak yer verdiğinde dünyalar onun olmuştu.

   Geriye kalan zamanlarda ise ya benimle kalırdı ya da sahilde sabahlardık.

   Mesafeye, sessizliğe düşkün, kendi alanını oldukça önemseyen benim gibi bir insana, bir gün ansızın elinde kocaman bir şilteyle gelmiş, yerde yatmaktan bıktığını söyleyip, şilteyi bir kenara iliştirivermişti. İtiraz etmemiştim ama o gün ki rahatsız yüz ifademi sık sık kahkahalarla hatırlardı. Anının gülümsemesinin beni de bulduğunu hissettiğimde adımlarımı hızlandırdım.

   Kitapçının önünden geçerken Red'in hala içeride olduğunu gördüğümde kafamı uzatıp çevreye bakındım. Belki de Max de henüz eve gidememişti.

   Red ayakta dikilmiş kitapları karıştırıyordu.

-"Max çıktı mı?" Kaşları çatılan Red duraksadı.

- Bugün hiç gelmedi, seninle olduğunu düşünmüştüm.

    Bu Max'in yapacağı bir şey değildi. Hem de hiç.

-"Hayır onu en son iki gün önce gördüm." Sesim fısıldar gibi çıkarken ikimiz aynı şeyleri düşünüyor gibiydik. Sessiz kaldık. Aklımdan geçen bin bir türlü ihtimal başıma ağrılar sokmaya başlamıştı bile. Elimi Red'in omzuna koydum. "Gena'nın yanına git." Saçımdan bir tutamı hızlıca çekip ona uzattım."Söyle ona yerimi sık sık kontrol etsin. Beni tünelde görene kadar saklandığınız yerden ayrılmayın." Red tutama elini uzatmadan öylece bakakaldı. "Al, hadi! Bir keresinde onu bununla birinin izini sürerken gördüm. Ne yapacağını bilir."

   Red uzanıp tutamı almadan elimi tuttu.

-"Dikkatli ol."dedi. Gözlerinde bu iki kelimesine ek samimi bir endişe vardı. Saçı çekip aldı. Beklemeden Max'in kaldığı yere koştum.

    Zaten iyi durumda olmayan kapının halini gördüğümde kalbim tekledi. Üç parçaya ayrılmış kapıyı itekleyip içeri girdim. Oda talan edilmişti, her şey her yerdeydi. Kitapların sayfaları tek tek yırtılmış, ortalığa saçılmıştı. Yerdeki çizim defterini görüp eğildim. Her zaman yanında taşıdığıyla aynı defter değildi. Özellikle dokunulmamış gibi sapasağlam duran sayfaları büyük bir hayret ile karıştırdım.

   Max her zamanki defterine beni hiç çizmez, fazla karmaşık olduğumu söylerdi. Elimde tuttuğum sayfalar ise sadece benden ibaretti. Çoğunda gülüyordum. Hiç gülmediğim kadar. Suyu çağırırken ben, çimende uzanırken ben, denizi izlerken ben, uyurken ben, bıçaklarımı parlatırken ben. Her halimle ben.

   Kara kalemin verdiği duygu o kadar rengarenkti ki içim burkuldu.

   Devrilmiş yatağının üstü boştu ve ufacık bir kağıt öylece tam ortasında duruyordu. Elimi ona uzatırken nefesimi tuttum. Kağıdın kitaplardan birinden kopartıldığını anladım. Üzerinde yazanlardan ise tahminlerimin doğru olduğunu.

   Değerli bağsız arkadaşın benimle. Onu görmek istersen, benimkilerin kanını döktüğün yere YALNIZ gel. Hızlı olmak isteyebilirsin. Ondan kolayca sıkılabilirim.

   Öfke, karanlık ve korku aynı anda beynime hücum etti. Toprak bağlılarla yaşadığım husumet, vurulmayı beklediğim son yerdi ama olmuştu işte.

   Harabe köye giden yol yürüme uzun bir mesafeydi. Koşmaya başladım. Şu an için tek endişem ben oraya vardığımda gecenin zifiri karanlığının hala her yeri sarmış durumda olacağıydı. Arayıcıların beni son gördükleri yerde aramak gibi bir niyetleri olursa hiç şansım yoktu. Max'i kurtarmadan ölemezdim. Büyük bir çamur birikintisinin yanından geçerken durdum. İçinde yuvarlandıktan sonra özellikle saçlarımın rengini karanlıkta dikkat çekmeyecek şekilde kapattım. Ağırlaşmıştım. Kaldığım yerden devam ettim.

QUADRA GÜNLÜKLERİ SERİSİ I- Bağlar ve KüllerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin