Derinlere çok hızlı ulaştım. Tam söylenenleri duymaya çalışarak deli gibi etrafıma bakınıyordum. Çok fazla ses vardı. Çok fazla konuşma.
Zamanı geldi. Mühür kırıldı. Tamamen değil. Zamanı az. Kader ağlarını ördü.
Her şey bugün içindi.Çok güçlü.
Çok zayıf.
İki bağa henüz ulaşamamış. Zafer mi yenilgi mi?
Suyun bağı çok güçlü.
Ateş daha güçlü olacak. Ruh eşini bulmuş.Seslerin her biri farklı birilerinden geliyordu. Kimdi bunlar böyle? Benden ne istiyorlardı? Neyin zamanı gelmişti?
Beni dimdik ayağa diken sudan ne yaparsam yapayım kurtulamadım. Burası karanlık bir delikti ve ben acınası halde içine çekilmeyi bekliyordum. Aaron'ın beni beklediğini biliyordum. Beni gözlerinin önünde kayıp giderken ona izlettiren kanyona küfürler sıraladım. Bunu yapmaya hakkı yoktu. Ona acı çektirmeye hakkı yoktu. Öldüğümü düşünüyor olmalıydı.
Gitmeliydim. Gitmeli ve ona beni kaybetmediğini söylemeliydim.
Mührü kontrol edemiyordum ama acısı sadece bir sızlamaya dönüşmüştü. Asıl acının büyüklüğünden miydi yoksa iyileşiyor muydum? Kanın durduğunu hissettiğime göre iyileşiyor olmalıydım. Amaçları beni öldürmek ise neden buna izin veriyorlardı?
Belirsizlikle kıpırdanmaya çalıştığım sırada su titreşti. Adımlar düzenli ama güçlüydü. Çok uzaktan ufacık bir ışık huzmesi ilk başta açık gökyüzündeki tek bir yıldız gibi parladı ama değildi. Ne ben gökyüzünü görebilirdim ne de bir yıldız o kadar parlayabilirdi.
Sonra onları gördüm.
Bir anda aydınlanan su yeşile döndü. Hala kıpırdayamıyordum ama yapabilseydim bile cesaret edebilir miydim emin değildim.
Bazılarının bedenleri suyun içindeki kabarcıklarla ancak seçilebiliyor, anlam kazanıyordu. Su kadar şeffaflardı. Boyları kadar uzun saçları yanlarında kanatlar gibi açılmış, tel tel savruluyorlardı. Bembeyaz gözlerini tüm matlıklarıyla bana yöneltmişlerdi. Her yere bakıyor olabilirlerdi ama tüm hücrelerim benim için geldiklerini biliyordu.
Tahminimce en az on tane kadarlardı ama tahmin etmek imkansızdı. Kadın kıvrımları ve tıpatıp ebatlarıyla oldukça büyüklerdi. Benim en az üç katım olabilecek kadar.
Bana kanımı donduracak kadar yakınlaştıklarında aralarından bir başka kadın çıktı. Normal biriydi. İnanılmaz bir güzellikteydi ama insandan bir farkı yoktu. Tümüyle çıplak vücudunda, düz, siyah, uzun saçlarında veya parlak mavinin en açık tonlarında olan gözlerinde bir belirti aradım ama bulamadım. Başının tepesine yerleştirilmiş yosundan yapılma ince taç, buraya ait olduğunu düşündüren tek detaydı.
-"Dehşete düşmüş görünüyorsun, çocuğum." dedi kadın. Sesi de en az kendisi kadar etkileyici bir melodiye sahipti.
-"Ben..." dedim ama devamını getiremedim. Ellerim bir anda serbest kaldı ama onları hareket ettirince suyun ağırlığından eser yoktu. Sanki normal hava soluyormuş gibi nefes aldım. İnanılmazdı.
-"Sen." dedi kadın bana iyice yaklaşırken. Artık aramızda bir kol boyu mesafe vardı.
-"Siz kimsiniz?" diye sordum geriye doğru bir adım atmaya çalışarak ama ayaklarım hala tutsaktı.
-"Bana bir çok isimle seslenirler." dedi kafasını yavaşça yana yatırırken. Gözlerindeki ilgi tamamıyla bana yönelmişti. Gülümsedi. Gülümsemesinde güven veren en ufak bir taraf yoktu. "En sevdiğim ise Canosa‟dır." dedi sır verir gibi. Arkasındaki sessiz şeffaf bedenleri işaret etti. "Onlar ise su ruhları. Tabi sadece bir türleri."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
QUADRA GÜNLÜKLERİ SERİSİ I- Bağlar ve Küller
FantasyThe Wattys 2023 Yarı Finalisti TAMAMLANDI Toprağın şifalı elleri, derinlerinde sakladıklarından, Suyun yol gösterici berraklığı, yıkımlarının izlerinden, Havanın özgür fısıltıları, tutsak ettiklerinden ve Ateşin aydın ışığı, mahkum ettiği karanlığın...