YİRMİ YIL ÖNCE

748 52 166
                                    

   Başlangıçta sarsıcı bir depremden farksızdı.

   Her şeyden habersiz halk, güvenli bir yer arayışıyla etrafta koşuşturuyordu. Toprak bağlıların yüzündeki dehşet ifadesi, tüm iyi düşünceleri derinlere gömerken, endişe ile olan biteni izleyen kadının içini büyük bir ürperti sarmaladı. Bu olan şey her ne ise hayra alamet değildi ama onu en çok endişelendiren iki kızının da yanında veya yakınında olmamasıydı. 

   Küçük kızını görmeyeli yıllar oluyordu. Onun gidişine alışmak çok zor olmuştu. Anlıyordu. Sorumluluklarının büyüklüğünü, savaşın gerekliliğini anlıyordu.  Yine de canının bir parçasından öylece vazgeçmek kolay değildi. Büyüğü tüm yakıcı öfkesiyle henüz yola çıkmış sayılırdı. Ateş Komutanına ulaşabilmesini ummaktan başka bir çaresi yoktu.

   Düşününce burada olmadıklarına sevindiğini fark etti.             

   Eşi ile bakıştı kadın. Adamın yüzündeki çizgiler her zamankinden daha derin ve gergindi. Aynı düşünceleri paylaştıklarını biliyordu. İkisinin de aileleri kuşaklardır ateş bağlıydı ve büyük kızları ile kendisinin damarlarında akan çılgın pervasızlık bir miras gibiydi. Eşi ise ona hep alevlerin en büyük, kontrollü halini hatırlatırdı. Bazen onun yanında çocuk gibi hissederdi kendini ve sık sık adamın ona nasıl dayandığını merak ederdi. Dayanamayıp sorduğunda ise kocaman bir gülüş ile ödüllendirilir ve adamın ona tüm dünyadaki en güzel şey gibi baktığını fark ederdi.

   Şimdi eşi mutsuzdu. Kadının beline sımsıkı sardığı eli kaskatıydı.

   Küçük kızları, Myla ise babasının tıpkısıydı. Sakinliği şaşırtıcı, mantığı ve bilgeliği keskindi. Aynı öfkesi gibi. Myla kaderini kendisi yazmak istediğinde kadın itirazlarını ardı ardına sıralarken, eşi kızlarına tüm desteği vermişti. Senin sıran demişti ona. Ne olursa olsun, bu yolda savaşmalısın. Ettikleri kavgalar sonucunda kadın da onları haklı bulmuştu nihayetinde ama sağduyu, onun için bulunması kolay bir şey değildi. Özellikle de bulundukları durumda, Myla'nın sadece doğduğu için kazandığı düşmanlar düşünüldüğünde.

   Şimdi ise eşinin eskisi kadar kararlı olmadığını gören kadın, adamın elini sıkıyordu. Anlayışla ona bakarken, bugünün geleceğini biliyorduk dediler birbirlerine konuşmadan. Önlerinde yaşanan kaosun birer sakin izleyicisiydiler.

   Önce toprak tüm suyu çekilmiş gibi sararıp, çatladı. Neredeyse taş kadar sert, kül kadar gri bir hal aldı. Ağaçların yaprakları bir bir toza dönüştü. Yemyeşil çimenlerle kaplı ovalar simsiyah oldu. Rengarenk çiçekler değişti, dikenleri yırtıcı dişlere benzeyen uçlarını keskinleştirdiler. Tüm toprağa yayılan sarmaşık, sinsi bir yılan gibi kıvrıldı. Sis, havadaki bulutlar yere inmişçesine her yere dağılırken, bulutsuz kalan hava yıldızlarını gizledi ve lanetli bir hal aldı.

   Güneş bir daha doğmayacağını anlatmak ister gibi geri çekildi.

   Sarmaşıkların güçlü kolları insanları bir bir yakalarken çığlıklar kulak kanatıyordu. Kadınla adam koşmaya başladı ama kaçacak yer olmadığının farkındaydılar. Çığlıklar yerlerini hırlamalara bıraktığında dehşetle insanların birer yaratığa dönüştüğünü fark ettiler. Tıpkı toprağın değişimi gibiydi. Bedenleri büyük bir yangından geriye kalan cesetler misali kurudu. Başta herkesin öldürülmesini istediklerini düşünmüşlerdi ama bu doğru değildi. İnsanların arasında ölenler olduğu kadar, ölümden beter bir lanetle damgalananlar da vardı. 

    Hayır. Onlar birer orduydu. Ölüm dağıtacak bir yaratık ordusu.

    Yıllardır hazırlandıkları savaşta böylesine bir yenilgi beklemiyorlardı. Zamanında sırt sırta savaşmaya yemin etmiş, şimdi ise gözlerinin önünde birer yaratığa dönüşen komşularının, henüz dönüşmeyenlere saldırıp, onları paramparça etmelerini beklemiyorlardı. Bir düşman bekliyorlardı yıllardır. Onun ordularını. Onun darbelerini. Nihayetinde bu da onlardan biriydi. 

   Yok olacak hiçbir şey kalmayana kadar, birbirlerine saldıran arkadaşlarını dehşetle izlerken kehanetin değiştiğini düşündü kadın. Bundan sonra olacaklar, kimse tarafından tahmin edilemezdi.

   Adam alevlerini ilk önce evine gönderdi. Arkasında hiçbir şey bırakmaya niyetli değil gibiydi. Kadının dolan gözlerindeki yaşlar, kor gibi yol aldı yüzünde. Büyük bir şevk ile sarmaşıklara saldırdı. Ciyaklayan seslerini duydukça yüzündeki korlar,  saçtığı alevlere katıldı. Yanan duvarlardan içeriye girdiklerinde, bir daha dışarıya çıkamayacaklarını biliyordu ama sonsuza kadar ait olmak istediği başka bir yer gelmiyordu zaten aklına. Neredeyse gülümseyen yüzü ile eşinin sırtına sırtını yasladı. Her şeyi yakmaya başladılar. Tutuşan elleri söylemek istediklerini fısıldadı onların yerine.

   Birbirlerini buldukları, iki güzel evlada sahip oldukları ve en önemlisi, sonu birlikte yazılmış güzel bir kaderdi yaşadıkları.

   Onları gören halk yardıma geldiğinde her şey için çok geçti. Alevler gökyüzüne ulaşmanın bir yolunu bulmuşçasına yükselmişlerdi. Duvarın köşesinde saklı duran iki hançeri aldılar ellerine. Birbirleriyle var olmuşlardı ve şimdi birlikte yok olacaklardı. Son kez bakıştıklarında ikisi de Myla'nın başarısız olduğunu, belki de öldüğünü biliyorlardı ama umutları diğer her şey kadar kolayca yakamazlardı.

   Kader çoktan konuşmuştu ve bütün yollar eninde sonunda onun birer sözcüsü olurlardı.

   Alevlere dönüştüler.

QUADRA GÜNLÜKLERİ SERİSİ I- Bağlar ve KüllerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin